Pazarlıklar.. psikolojik savaş.. Osmanlı'nın oyunları

Kürdistan büyük bir değişimi yaşıyor. Bilhassa Bn Rice'nin Qatar, Kuweit ve Bağdad görüşmeleri ile açığa çıkan bu değişim hiç ummak istemediğimiz yeni bir kardeş kavgasına yol açabilecek cinstendir. Sn Irak Cumhurbaşkanı Talabani'nin malum tavrını, şimdi daha açık bir şekilde Sn Neçirvan Barzani'nin alt düzey Türk heyetleri ile yaptığı görüşmeler tamamlıyor. Osmanlı ve Washington'un bu "yeni" oyunu da tıpkı 1975 Iran-Irak-ABD ortaklığında olduğu gibi tutabileceğini görüyorum. Aldatmanın çeşitli yolları var, ki bunlar senaryolar halinde Washington'daki data bankalarında duruyor.

Şimdi dönen pazarlıklar ve oynanan oyunları aktörler düzeyinde açalım:

"DTP topun ağzında"

Son birkaç yıldır Türkler arasında, Türk Askerbaşı'nın öncülük ettiği "ya ölüm ya istiklal" deyimini hatırlatacak cinsten çok yönlü bir hareketlilik yaşanmaktadır. Sanki istiklalini kaybeden Türkler, istilacı Kürtler'e karşı bütün güçlerini cephelere sürmüş gibi. Askeri sıcak temasın yanında, Kürt Halkı'nı kaybetmekten sakınacak şekil ve derinlikte bir psikolojik savaş da yürütülmektedir. DTP'ye karşı yürütülen bu yoketme politikası o kadar sinsi ve disiplinli bir mücadeledir ki, buna PKK'li olduğunu söyleyen bazı kişiler de katılmaktadır. Tabii ki sudan bahanelerle DTP'li insanlarımızın tutuklanmaları, işkenceye tai tutulmaları tam bir terör havasında ve bakar görmezlerin önünde cereyan etmektedir, ki bilhassa bazı Kürt fert ve odakları bunu görmelerine rağmen direkt olarak bu savaşan insanlarımız hedef alınmaktadır. Yok efendim Kemalizmi savunmakmış, çatı partisini savunuyormuş vs..

Nurettin Demirtaş'ın maruz kaldığı kötü muamele sonucu alınan tavırlarda bunun en bariz örneklerini görebiliriz.

Sn Demirtaş bence Türk kanunlarına uygun olarak kurulmuş (bu tip partilere legal diyorlar) olan hiç bir Kürt siyasi parti liderine nasip olmamış kadar onurlu bir tavır sergilemiştir. Sn Demirtaş 2007 Kasım'ında DTP eşbaşkanı seçildi. Hemen ardından diplomatik görüşmelerde bulunmak, seminerler vermek ve bazı çevreleri DTP konusunda bilgilendirmek üzere Avrupa'nın yolunu tuttu. Orada iken Türk Devleti onun dönüşünde "evrakta sahtecilik" suçlaması ile tutuklanacağını bildirdi. Türkler'in bundan beklentileri, serinin diğer partisinin lideri gibi (kastettiğim DEP'tir) DTP liderini de göçmen durumuna sokmaktı. Ama Sayın Demirtaş bu planı boşa çıkardı ve Aralık 2007'de Türk Devleti'nin hüküm sürdüğü coğrafya'ya geri döneceğini bildirdi.

Bu şimdiye kadar örneği görülmemiş bir duruştu. Sn Başkan Demirtaş Türk Havaalanında türk polisi tarafından derdest edildi. Ardından geniş bir iddianame ile neredeyse müebbede varan (siz 20 yıl diye okuyunuz) bir ceza istemi ile yargılandı. Fakat ardından ne olduysa askeri mahkeme görevsizlik kararı aldı! Sonrasında hiç bekletmeden büyük güvenlik tedbirleri altında en ağır jandarma eğitimi için bir askeri birliğe yollandı.. Başkan Demirtaş bunlar olurken hiç eğilmedi. Ama yıpratma savaşında Düşman ile aynı dili; "Asker Demirtaş" vs gibi sloganvari ibareleri, Türk Devleti'nin gözdesi Hürriyet ile kolkola oldukları imajına rağmen, kullanmaktan geri durmadılar.

Türkler bunun dışında, Gever'de, Hakkari'de, Van'da vs kullandığı şiddetin yarısını dahi İstanbul'da kullanmamalarına rağmen bütün dünyaya manşet oldular. Bunun sebeplerini yeni gelişmekte olan komploda aramak lazımdır derim. Akl-ı selim sahipleri olan Kuzey eleştiricilerini durumlarını yeniden gözden geçirmeye davet ediyorum. Herşeyi yapmayı PKK'den bekleyip, onu demoralize etmeye çalışmak da neyin nesi oluyor? Bunu on kez düşünerek bir kez cevap veriniz..

"Güney'de sürdürülen pazarlık bir sonuca vardı mı?"

Güney'de, ABD ile Türkiye "sadece" PKK'ye karşı olma iddiası ile birlikte hareket ediyorlar. Öte yandan sözde Kuzeyli örgütleri ve politik şahsiyetleri de yanlarına alıyorlar. Şimdi ise Güney Yönetimi üzerine uygulanan baskıların sonuç verdiği bir aşamadayız. Qendil'e yapılan saldırılara karşı ses çıkarılmamasını anlayamıyoruz. Eskiden her saldırıya anında, sözlü de olsa, cevap veren Güney'li partiler şimdi büyük bir sessizliğe gömülmüş durumdadırlar. Bu tavır neden?

-PKK, fiili veya dolaylı olarak Güneyli (Sereke) Partiler'in menfaatlerine saldırıda mı bulundu?

-PKK, ABD'yi tehdit mi etti veya fiilen hedefe mi oturttu?

-Ben Kuzeyli bir siyasi gözlemci olarak ülkemin bu bölgesinin özgür olmasının olanaklarını araştıramaz mıyım? Kuzey'i demokratik mücadele denilen parmak çoğunluklu, sonu asimilasyon ile bitecek bir batağa hapsetmek için mi bu kadar şehit verdik?

-Irak'a ne zarar verilmiştir, bunu da açıklamaları gerekmez mi?

Bütün bunlar kısa bir süre içinde hayatımızın bir gerçeği haline gelmiştir. Nerede o Hilmi Aydoğdu ile Başkan Barzani arasındaki Amed- Kerkük paslaşması? "Hafıza-i beşer nisyan ile maluldur, lakin arşiv unutmaz".

Biz elbette politik ve diplomatik davranılabileceğini kabul ediyoruz. Güneyli Liderler'imiz kendilerine uygulanan Amerikan-Türk baskısını bertaraf etmek için bazı manevralar yapma hakkına sahiptirler. Ama bunu Kuzey'in sırtından yapmak, baltayı kendi dizine vurmakla eştir. Çünkü ülkenin bir parçasını (hem de en büyüğünü) kurtlar sofrasına bırakmak, nihai tahlilde yarın sıranın kendisine geleceğini bilmeyecek olanlar, felaket çanları onlar için çaldığında vakit artık çok geç olacaktır.

Son bir kaç gün içinde Türkler'in hava kuvvetleri iki defa Güney'e saldırdılar. Birincisi 45 uçağın katıldığı gece yarısı operasyonu, diğeri ise gündüz vakti, çok sayıda uçağın katıldığı ve üç saat süren bir bombardıman hareketi. Güneyli kardeşlerimiz bunların hiçbirini protesto dahi etmedi. Bu açıktan tavır alışın daha fazla devam etmeyeceğine inanmak isteriz.

ABD'ye gelince.. Irak'ı işgal altında tutmakta olan bu askeri teknoloji devi, önüne ilk görev olarak işgal altında tuttuğu ülkeyi yaşanabilir hale getirmek için buradaki teröristleri yok etmek iken, onlar Türkler'i desteklemek için uzayı, yer tesislerini haberalma kaynaklarını kullanıyorlar. İsrail ise Türk uçak ve tanklarını modern teknoloji ile donatıyorlar (bunu biz değil, Türkler'in kendileri söylüyor)..

Peki güneyliler için ne değişti de bu tür bir antlaşmaya razı oldular?

-Hani Türkleri'in hedefi PKK değil, Kerkük idi?

-Hani Türkler sivil hedeflere yönelmişlerdi? Türkler şimde bu hedeflerinden arta kalan bo köyleri yerle bir etmiyorlar mı?

-Biz bunları yazarken neden hedef tahtasına oturtuluyoruz? 5 Kasım sonrası başlamış olan ve birlikte paylaştığımız değerleri aynen savunan biz değil miyiz? Asıl değişen Güneyli Kardeşlerimiz buna ne diyecekler?

-Kürt Milleti'nin dirilme, tarih sahnesine çıkma hedefini bir kenara atmakla bize ağır bir darbe indirilmiştir. Bunu izah edecek bir yazar arıyoruz.

2007-05-03




Gorusunuz