İş zıvanadan çıkıyor mu?
Son kritik durumun emri gereği Bay Kaytan ile ilgili yazı dizisini burada kesiyorum. Ancak, bu zihniyetin artık PKK'de başat çizgi haline gelmekte olduğunu, Avrupa'daki İlkel Komunistler'in de canla başla bu çizgiye yattığını görmek doğrusu pek sürpriz olmadı. Ama yine de işin zıvanadan çıkmakta olduğuna dair işaretlerin artması oldukça can sıkıcı bir hal aldı.
Bir yanda ABD-Türkiye ittifakının Türk "tehdidi" doğrultusunda yeni bir şekil alması, öte yandan Güney Yönetimi'nin ve PKK'nin müşterek düşmanı değil, biribirlerini yıpratma yarışına girmeleri istenmeyen bir yola girilmekte olduğunu gösterir deliller ile doludur. Bu çok mu iyi bir yoldur? Bazı Kürt odaklarına bakılırsa "evet" dememiz gerekir. Neden? Çünkü PKK Güney'den çıkmalıdır! Peki, 1982'de ikili bir antlaşma ile Güney'in dağlık alanlarına, mesela Lolan'a yerleşen bu Kuzeyli örgütü (ki onlar kendilerini tüm Kürdistan'ın partisi sayarlar) tam da en sıkışık anda "buradan çek git" demek insafa sığar mı? De fakto olarak yerleştikleri, savunma mevzilerini kurdukları bir alandan çıkarak Düşman'ın doluştuğu, tuzaklarla bezediği, nerede ise her küçük düzlüğe dahi helikopter alanları kurduğu, elektronik gözetim ağı ile bezediği bir yurt parçasına gidip yerleşmesini beklemek insafla bağdaşmaz. Herşeyi bir tarafa bırakalım, insan olarak hayatını kaybetme tehlikesini göze alamaz.
Bir diğer husus, politik mücadeleye atılmak için "silah bırak" diye tavsiyede bulunanlar örgütün uğrunda mücadele ettiği bazı en alt istemler bile karşılanmamışken empati göstererek değerlendiren olursa ben kişi olarak elbete onları ilgi ile dinlerim. Hele bir de Türk tarafına bakalım: Bu ilhakçı-işgalci devlet yönetimi PKK için geri dönüş yolu olarak toplu bir şekilde hapishane yolunu gösteriyor. Sn Burkay "bu yaşımda hapishane damında yatmayı göze alamam" derken, elbette çok daha ağır risk taşıyan ve dört yanı ile kuşatılmakta olan PKK yönetiminin "ağırlaştırılmış müebbed f-tipi" cezaevi ölüm hücrelerini götermemeli, bunu içten göstermez de.
PKK'nin savunma hatları kurduğu dağlık alanların kuşatılmasına fiilen yardımcı olmak elbette ciddiye alınamaz. Çünkü bu sökmeyecek olan bir kuşatmadır. Türk Devleti gibi iğrenç metodlarla işleyen bir savaş makinasına sahip olan kan dökücü Moğol artığı devlet bile bu kuşatma pek sökmediğine göre elbette Kürd'ün-Kürd'ü kuşatması hayda sökmeyecektir. Bir kere kan bağı buna engeldir. Ayrıca halkın tavrı (PKK tarafından yanlış yorumlanmasın) bilhassa gıda ve mühimmat konusunda engelleyici olacaktır.
27 Kasım'da Mahmur Mülteci Kampı'nda yapılan siyasi bir gösteri sırasında katılımcılara karşı alınan tavır, eğer göstericilerin cana ve mala yönelik bir eylemleri yok idiyse yanlıştır. Uygar dünyada mültecilerin gösteri hakları her zaman meşru sayılmıştır. Bir başka devletin müdahalesi ile gösteri yasaklamak, halka ne biçim bir demokrasiye geçişin yolunu gösterdiğimizin göstergesidir. Demokrasilerde dip not olamaz. Bu mültecilerin etrafı zaten kuşatılmıştır. Kitlesel olarak dışarısı ile temasları kesiktir. Bulundukları alanda da bir gösteri yapamayacaklarsa siyasi eğilimlerini, istemlerini, şikayetlerini dış dünyaya olmasa bile kendilerini kuşatan güce nasıl anlatabilecekleri koca bir soru olarak orta yerde durmaktadır.
Buna karşın PKK'li Bayık ile başlayan, Kaytan ve Duran ile devam eden yazılar, kelimenin tam anlamı ile kışkırtıcı, tehdit edici, sözüm ona aşağılayıcı bir zincir halinde sürmüştür. Cemil Bayık, kelimenin tam anlamı ile fitili ateşledi ve ilişkilerin bir daha kolay onarılamaz bir yara almasına yol açtı. Bu işaretten sonra WP forumunda yazan "akıllı-uslu" PKK'liler bile saldırgan bir uslup seçtiler. Meğer o kadar birlik lafları edenler, içlerinde büyük bir kin beslemiş bir durumda bu birlik laflarını ediyorlardı. Hele hele Kaytan'ın lafları yenilir yutulur cinsten miydi? Milliyetçileri ilkel bulan bu Zat, Kürdistan'ın en büyük kesimini "av köpeği" olarak niteleyecek kadar aşağılaşıyor! Arşivlerimize bakınız, evet, sözkonusu arşivler bu Zat gibilerin benzer nitelemelerine cevaplarla doludur. Ama bunlar dediğim dedik, çaldığım düdük dedirtecek tarzda hareket ettikçe dön dolaş aynı stranı dinlemek zorunda kalıyoruz...
"İdeolojik mücadelede sözde teorik anlamda bu kadar ağır yazıların kaleme alınması bu süreçte önemli bir mevzi kaybını da birlikte getirmiştir" dersek, emin olun, ayıpla iştigal gibi görünen gerçek dışı, zarar verici bir belirlemede bulunmuş olmayız. Bay Kalkan Güney'e hakim olmayı öngördüklerini çağrıştıran cümlelerle acaba ne kazanmış oldu, doğrusu merak ediyorum. Diğerlerinden biraz daha yumuşak yazması, yazısını bir bütün halinde ele aldığımızda, hiç de olumlu bir çağrışım yakalamadığımızı gerçeği bir tokat gibi suratımıza inmektedir.
Şimdi duruma bakarak bir fotograf ortaya koyalım: Güney, bilhassa ABD'nin bunaltıcı baskısı ile kurtarılmış koskoca bir bölgenin tehlike altına girdiğini en aşağısından bazı delilleri ile görüyor. Şu anda tamamlanmamış bir devlet var orta yerde. Kerkük meselesi sürüncemede. Petrol konusunda yapılan antlaşmalar tehdit altında. Araplar son toplantıların verdiği moralle şoven dişlerini göstermekten sakınmıyor. Hükümet şu an itibarı ile bütün işini gücünü bırakmış, Kürtrler'i kolluyor ve her teklife "hayır" demeyi marifet sayıyor. Türk Devleti ABD'den aldığı güç ile silah şakırdatıp duruyor. Kürd'ün eli kolu bağlı. Tüm ekonomik çıkarlar tehdit altında. Hatta Kürt varlığı bile.. Türk'ün etekleri zil çalarken, Kürt artık o Beyaz Saray'a davet edilen kürt değil..
İşte bu manzaraya rağmen PKK'nin adı geçen yazarları, kaybedecek bir şeyleri olmadığının bilinci ile hareket ediyor, tarihi bir hata daha işliyor. Son zamanlarda Roj TV gibi yayın organlarında boy veren ilkel komünistler büyük bir coşku ile Güney'i yıpratma ve, Güney ile Kuzey arasında düşmanlık tohumlarını ekme yarışında yüz yıllık kitaplarda işlenmiş olan delilleri konuşturuyorlar. Üç buçuk komünist Kürt Milleti'nin kaderine hükmederken, Kuzey'in öncü hareketi'ni elinden geldiğince provoke ederken bie elbette bunları da hedef tahtamıza oturtacağız. Gerçi onlar yerlerini çok sağlam buluyor, PKK'nin arkasına sığınarak siyaseti bir hobi olarak konuşurken kendilerini güvenlik içinde hissediyorlar. Ama unutulmasın, bizim tek silahımız tuşlarımızdır. Bu tuşlar nasıl bir zamanlar Medya TV'yi ve Özgür politika'yı babalarının malı gibi kullanır iken enselerini kaşıya kaşıya gitti iseler, bunlar da, ya PKK'yi yıkıma götürecekler, ya da kendileri gideceklerdir..
Son bir kaç satır: ABD'nin Ankara Büyükelçisi bazı Kürt siyasetçisini kahvaltıya davet ederek onore etmiş bulunuyor. Yedikleri kendilerine afiyet olsun! Ama söylediklerinde bir yanlış varsa bunun hesabını tarih önünde verecekleri kesindir. Kimse Kürt Milleti'nin bakası üzerine politika yapmasın. Bunu vebali ihale rüşvetinden daha ağırdır! Bizden kısaca söylemesi..
2007-11-28
Sirac Kekuyon (Bilgin)
2007-11-28
Gorusunuz