Bugün biraz gülümseme ile karışık düşünelim...

Amed Zindanı-1981'de, Kürt İnsanı zulmün hiç bir sınır tanımadığı günler yaşadı.. Yüzbaşı Esat'ın tam yetki ile hükümdarlık yaptığı o günler boyunca insanlarımızın onuru kırıldı, aklı sarsıntı geçirdi, kişiliği ile oynandı.. Ulusal kişilik hiçe sayıldığı gibi, ezberletilen marşlarla Kürt Milleti küçük düşürülmeye çalışıldı. 1981-1982 sürecinde, PKK öncülüğündeki büyük zindan direnişi başlamadan önce orada yattım. Esat duruma tamamen hakimdi. Aldığım zayıf duyumlarda 3. Koğuşt'a mıydı, bilmiyorum, ama orada bir yerde tutukluluk günlerini geçiren Mazlum Doğan hiç susturulamamıştı. Yanlışa düşmemek için bu kadarı ile yetiniyorum.

Sanki ölü toprağı serpiştirilmişti zindana. Günlük dayak ve türlü ruhsal işkence fasıllarından herkes nasibini alıyordu. Gardiyanlar, bir yarış halinde yeni kitlesel işkence metodları buluyor, bunu uygulayarak Esat'tan mükafat alıyorlardı. Hiç okuma yazması olmayan ve yattığım 39.Koğuş'ta gardiyanlık yapan MHP'li bir gardiyan, zulüm yapmaktaki ustalığı sayesinde doğrudan doğruya çavuş rütbesi almıştı.

İşte böyle bir dönemde zindana ayak basıyorduk..

Küçük anekdotlar

Önce gözaltında bir hatıramı aktarayım. 1971'de hapis yattığımız Dicle'ye bakan binalar, 1981'de gözaltı koğuşları olarak kullanılıyordu. Buraya getirildiğimizde 1971'e ait bir çok hatıram depreşmişti. Üsteğmenle mücadelem, Kürtçe konuşma yasağı dolayısıyla ilan ettiğimiz görüşme boykotuna karşı çıkanlarla çatışmaya varan "düşmanlık" duygumuz, TİP'liler ve konservatif sosyalistlerle ayrılığımız vs.. İşte burada, 1981 gözaltı günlerinde Amed sıcağında saat 13.00 sularında hep normal ve koşar adım yürüyüşe çıkarılırdık. Bu yürüyüşlerden birinde bir öğretmen arkadaş sarardı yere düştü, bir daha kalkamadı. Gardiyan da endişeye kapılmıştı. Arkadaşı derhal içeri taşıdık. İlk müdahaleyi Tarık Ziya Ekinci yaptı. Hastanın nabzı alınamıyordu. Solunum durmuştu. Sn Ekinci yapacak bir şey yok dercesine kafayı sallayarak yataktan ayrıldı. Ölmüş olarak kabul ediliyordu. Bu kez ben hastaya müdahale ettim. Taze bilgilerimi kullanarak Hastaya nefes yollarını açık tutacak bir pozişsyon verdim. Ağzını zor kullanarak açtım. Dili geri kaymış nefes borusunu tıkamıştı. Çektim ve göğsüne bir bastırma ile kalb ve nefes düzenini normalleştirdim. Öğretmen gözlerini açmış soru dolu bakışlarla etrafa bakıyordu.. Kendisine "hoş geldin dünyaya" dediğimi hatırlıyorum... Bir hayat böyle kurtulmştu..

Zindan giriÅŸi

Gözaltı ve "disko" dedikleri sorgu faslından sonra savcılığa ve yargıc denilen adamın karşısına çıkarıldık. Tutuklanmıştık. Zindan yolu görünmüştü artık. Zindana girer girmez bizi sıraya dizdiler. Esat, yanın Co'su ve yeteri kadar askeri ile teftişe geldi. Herkes hazırolda bekliyordu. Bu kaatil herif, konuşmaya başladı (boşuna kaatil demiyorum, buna daha sonra açıklık getireceğim.. Hapishane "iç güvenlik komutanı sıfatı ile hepimizi büyük bir gurur ve küçümseyici bir gülümseme ile süzüyordu.. Sonra konuştu ve askerlere dönerek güya emir verdi: Bu arkadaşlara güzel bir banyo yaptırın, herhalde çok yorulmuşlardır. Ondan sonra koğuşlara dağıtırsınız. İsteyeni TV'li, isteyeni banyolu koğuşlara verirsiniz. Bu arada umutlanan yeni zindancı, saf bir genç:

-"Komutanım" diyerek parmak kaldırdı. Esat sanki büyük bir sempati besliyormuş gibi yaparak bu gence; "Söyle bakalım, ne istiyorsun?" Genç güven duygusuyla; "Komutanım, yanımıza sabun almadık, burada bulabilir miyiz?" falan dediği anda askerin teki yanına geldi ve cobunu çıkararak; "aç ellerini bakalım, sana sabun vereyim" dediği anda Esat müdahale etti; "Aman onlar bizim misafirimiz, yapmayın" dedi ve çekti gitti.. Gidiş o gidiş.. Artık sadece sopa sesleri duyuluyordu..

KoÄŸuÅŸta

Günlük dayaklar bir yana, aşağılamalar öbür yana, ama ille de şu anlamamalar var ya.. İşte onlar arkadaşlarımızın başına oluyor, giderek hepimizin nasiplendiği çeşitli işkencelere bahane teşkil ediyordu. Örneği bol.. İşte bazıları:
........................

Arkadaş Cizreli idi. Kaçakçılıktan tutuklanmıştı. Bu insanımız, bir ara dağda iken orman sakinlerinden biri olan ayı ile karşılaşmıştı. Ayı korkmuş, o korkmuş.. Bu korku kaşmaya yol açacağına ikisini güreş alanında kapışmaya sürüklemişti.. Tam bir greko-romen.. O ayıya dayak atar, ayı ona. Kurnaz ayı bu arkadaşımızın kafasına kafasına vurmaya başlar. En nihayetinde her ne olmuşsa ayı meydanı terk ederek kaçar. Arkadaşımız ise kafasına yediği darbeler sonucu anlama, ezberleme vs gibi bazı yeteneklerini kaybeder.

Gardiyan günlük işkenceler arasında herkese "Andımız" dediği Türklük yeminini okutmaktadır. Sıra bu arkadaşımıza gelir. "Haydi" der gardiyan, "oku".. Arkadaş başlar okumaya: "Türküm, doğruyum.... yasam; büyüklerimi soymak, küçüklerime koymak" der ve andı bitirir. Eh sonrasını ben anlatmayayım..
...........

Kızıltepeli bir melle arkadaşımız vardı. Bu arkadaşamızın malum yerdeki fıtığı onu müthiş rahatsız ediyor, yürüyüşlerde neredeyse nefes aldırmıyordu. Öte yandan daha da "kötüsü" Melle, Türkler'in dilini de bilmemekteydi. Ama bacak arasındaki torbalara dolan barsakların yarattığı basınç dayanılmaz hal alıyordu. İşte bu haliyle yürüyüşe çıkarılan Melle ileri çıktı ve "komutanım!" diyerek gardiyana seslendi (gardiyan orada "komutan" idi). MHP'li gardiyan "ne var lan!" diye seslenince derdini Kürtçe anlatması yasak olan Melle, bacaklarının arasındaki torbaları avuçladığı gibi gardiyana döndü ve; "komutanım hıhh!" diyerek torbaları gardiyana gösterdi. Gardiyan Melle'ye çok kızmıştı. "Ulan bana daşaklarını mı gösteriyorsun k.." demesiyle saldırdı.. Gerisini hatırlamayalım...
.....................

Arkadaşımız Siverek'in kırvar aşiretindendi.. Ne askerlik yapmıştı, ne de Türkçe biliyordu. Yine yürüyüşteydik.. Komando usulu sayarak yürüyorduk.. Bir... ki.... üç... dört.... Bir..ki.. üç.. dört diye Fakat Kırvarlı başka türlü yapıyordu. Gardiyan yürüyüşü durdurdu ve Kırvarlı'yı öne çıkardı. Say ve yürü diye komut verdi.. Kırvarlı başladı saymaya ve yürümeye; bir iki uç.. bir iki uç.. Gardiyan ceza verecek iyi bir bahane bulmuştu.. ve malum... Cezayı tüm koğuş çekecekti..
..........................

Benim sevdiğim arkadaşım, Babaannemle aynı köyden olan uzak akrabam Ahmet kulağındaki bir iltihaplanmadan, sanırım, orta kulak iltihabından dolayı çok çekmişti. Ahmet, yürüyüş kolundaydı ve en ön sıraya konulmuştu (boy uzunluğundan olsa gerek). Marşlar, saymalar eşliğinde yürürken gardiyan birdenbire ve çok alçak bir sesle "Koğuş dur" komutunu verdi. Herkes durmuşken Ahmet komutu "yere yat!" olarak anlamış, boydan boya yatmıştı.. Gardiyan geldi ve başına dikilerek sordu; "ne yapıyorsun lan!" Ahmet her zamanki sukuneti ile cevap verdi: "yatıyorum..." Ya diğerleri?".. Ahmet yine sakindi, "onlar yanlış duydu!".. Ceza yine tüm koğuşa uygulanacaktı: "Koğuş yat, sürün!"..

Devam edecek

2007-05-06

Sirac (Bilgin) Kekuyon

2007-05-06




Gorusunuz