Kürtler'e baskınlar: Batı Kuzey'i feda mı ediyor?..

1996, MED-TV baskını'nı hatırlıyorum. O baskında Belçika Hükümeti, kendi iç hukukunu, ticaret hukukunu, topraklarındaki bir yayın organının görüş açıklama özgürlüğünü hiçe sayarak, o zamanlar Kürtler'in sahip olduğu tek satelit TV'yi basmış, bir sorumluyu kısa süreli de olsa zindana tıkmıştı. Baskın sırasında ben de Şam ve Güney'e gitmek üzere yola koyulmuşken bir programa katılmak üzere TV'yi ziyaret ediyordum. TV'ye paralel olarak PKDW'yi de basmışlardı. Sürgünde Kürt Parlamentosu (PKDW) baskınına TÜRK POLİSİ DE KATILMIŞTI.. Orada bulunan fotografların üstüne "Ermeni dölleri" yazıyor, güya aşağılıyorlardı. Hiç arama falan yapmamışlardı. Sadece tahribat yaratıyor, insanları sözüm ona kriminalize etmeye çalışıyorlardı. Basın da onlardan yanaydı. Türkler arasında ise bir bayram havası esiyordu..

Bir diğer baskın Almanya'nın "PKK'ye sempati besliyor" diye nitelediği bazı kültür kurumlarına, bir ajansa, bir gazeteye yapıldı. Bu baskınlarda insanları yine toplamış, bütün adı geçen kurumları mühürlemişlerdi. Bu da tamamen Almanya'nın iç hukukuna aykırı idi. Ama yapılıyordu.. Mahkemeler üst üste ilgili Kürt kurumlarının lehine kararlar vermiş, mühürleri söktürmüştü. Ama bir şekilde amaca ulaşılmış, "kriminal Kürt" imajı güçlendirilmiş, Türk'e inanılmaz bir hizmette bulunulmuştu.

İsviçre Hükümeti ise Mehmet Eşiyok'u paketlemiş, Türkler'e hediye etmek için mahkeme kararını bekliyor..

Gelelim Fransa'ya. Dünyanın en direngen aydınlarını yetiştiren, haksızlığa baş kaldıran bir entellegentia'ya sahip olan Fransa, devlet olarak bu bileşime hep ters düşmüştür. Viet Nam savaşında Dien Bien Fu kalesi yurtseverler tarafından zapt edilinceye kadar (1952) Fransa kendi halkına yabancı bu diyarda kan döktü, insanları zorla itaata mecbur etmeye kalktı. Aynı Fransa ardından Arablar'a yöneldi, bu kez Cezayir'i zap-u Rapt altında tutmak için 1.5 milyon yurtseveri katletti. Tunus'u fazla doğal kaynağı olmadığı için daha kolay terk eden Paris Yönetimi tüm sömürgelerini olaganüstü şartlar oluşmadan terk etmemiştir.

Hele Chirac-Saddam ilişkisi tam bir rezaletti. 1975'te "Fransa Başbakanı" olarak Irak'ı ziyaret eden bu Zat, aynı yıldan başlamak üzere Irak'a nükleer reaktör adı altında nükleer silah üretecek bir tesisin kurulmasına yardım etmişti. Eğer bu plan tutsaydı, başta Kürdistan olmak üzere tüm bölge milletleri Saddam denilen kan emicinin tehdidi altına gireceklerdi. Bu büyük yardıma karşılık Saddam kurulan tesisin adını Chirac'in adına izafeten) Osirac (ozirak) koyacaklardı. Chirac'ın muhalifleri o günden sonra Chirac'ı "Jacque Osirac" olarak anacaklardı. Amerikalı kritikçiler ise adını Jacque İraq koyacaklardı. Chirac bu destekle Irak ve Saudi Arabia'ya Fransa'nın tüm silah satışının %75'ini "kakaladı"..

İşte bu Chirac, sırf iki makina satmak için Türk'e, Kürtler'i paketleyerek vermek için gayret ediyor..

Defalarca tekrarladım, uluslarası ilişkilerde önemli olan güçtür. Güçlü olan haklıdır. Kuzeyli Kürtler, gerek PKK'nin hatalarından, gerekse direngen, sabit, zik-zak'sız bir ulusal politika uygulamadığından dolayı, kitlelerin bir dereceye kadar susmasına, geri çekilmesine yol açtı. Bunda kimin suçu olduğunu tartışacak değiliz. Gün ulusal duruş kararlılığını yeniden kazanmak, uluslararası konjunktürün sunduğu olanakları sonuna kullanarak ipi göğüslemek olduğuna göre, hiç olmazsa şu yeni tutuklama dalgasını ilgili devletlerin burnundan getirecek bir kararlılık göstermeliyiz.

Bazılarının şu veya bu partiye yöneldiğim şeklindeki provokatif yazılarına hiç değer biçmeden halkıma şunu bildirmekten gurur duyuyorum: Ben tüm Kürdistani partilere hep eşit uzaklıkta veya yakınlıkta durmayı bir prensip olarak önüme koymuş bir araştırmacı ve politik gözlemciyim. Halkımın üç büyük partisinin bugünkü duruşunu önemsiyorum. Bu partiler Kürdistani duruş arz ettikleri sürece benim naçiz desteğim yanlarında olacaktır.

Bu çerçevede son Paris tutuklamalarında, Fransız, Belçika, Alman devletlerinin, ABD'nin de isteği ile Kürtler'i karalama, eroin satışına bulaştırma gayretlerini kınıyorum. Biz Kürdistan'ın tüm parçalarını, bu arada en büyük parça olan Kuzey'i kutsadığımızı, bu parçayı uluslararası pazarlıklara feda etmeyeceğimizi bildiriyoruz. Barbar Türk Devleti'nin Batı'yı hep kullandığını şimdiye kadar izledik. Bu devletin karanlık geçmişini, katliamcı yapısını o devletler de biliyor. Bugün timsah gözyaşları ile sahip çıktıkları Ermeni katliamı karşısında Ankara'nın sergilediği siyasi rüşvetçi duruşu da ortada. Bu devlet, şimdi de onmilyonlarca Kürd'ü beyaz ve kızıl katliamdan geçiriyor. Buna karşı direnen bütün Kuzeyli Kürtler'i UYUTMADAN DESTEKLEMEK; ÖZELLİKLE BATILI YÖNETİMLER'İN İNSANLIK GÖREVİDİR. BATILI HİÇ BİR DEVLET DEVLET POLİTİKASI OLARAK KÜRT SORUNU'NUN ÇÖZÜMÜNE KATKI SUNMAMAKTADIR. Bunu net olarak bilelim. Kürt çaresiz bir şekilde, diplomasiyi kum üstünde yazı olduğunu bile bile şu veya bu partinin koridorlarında, parlamentolarda yürütüyor.

Ölen, katliama uğrayan biz!

Öldürene sahip çıkan ve onları boğmak için "Batılı değerler"e sığınarak, mahkeme kararlarını da hiçe sayarak üstümüze gelen bu devletleri iyi anlamak ve tam bir ulusal güç haline gelmek için kolkola Kürdistani çizgide bir araya gelelim, düşünelim, sonunda ulusal bir program çerçevesinde yürüyelim..

Yeter bu kadar aşağılandığımız!

Paris Mahkemesi, Kürtler'in yakasını bırak!

Riza Altun ve arkadaşlarını serbest bırak ve onlardan özür dile!

2007-02-08

Sirac Bilgin

2007-02-08




Gorusunuz