Kerkuk ve RestleÅŸme-I
Bu hafta boyunca Türk Parlamentosunda (Irak gizli oturumu için ön toplantıda), ABD Kongresi'nde ve Kurdistan Parlamentosu'nda cereyan eden müzakereleri ve Başkan Bush'un "birliğin durumu" konulu geleneksel Kongre konuşmasını canlı yayınlarda dinledim. Bu toplantılarda konuşulanlar derslerle doluydu.
Türk Meclisi'nde konuşulanlar, kelimenin tam anlamı ile anti-Kürt bir Türk Devleti'ni bütün hatları ile sağır sultanın bile duyabileceği bir açıklıkla ortaya koyuyordu. Onlar, Türk olarak, tümüyle anti-Kürt bir çizgide konuşuyor, önerilerini en kalıcı ve dünya tarafından kabul edilebilir yok etme metodlarını önerme temelinde sunuyorlardı. Görünen yönetim ve talimat aldıkları generaller, Osmanlı oyunları üstüne yoğunlaşmış, ABD'nin içinde bulunduğu durumu ve psikolojik baskıyı da hesaba katarak, bilhassa İran konusunu işliyerek ve Baker-Hamilton Raporu'nun (B-H) yeniden hayat bulması için gerekçeler yaratma konusundaki çabalarını derinleştiriyorlar(dı). Bakınız Türk Meclisi'nde ve icazetli tartışma platformlarında neler öneriliyor:
-Kerkük Konusu'nda yapılacak bir referandum, bütün Irak sathında yapılmalı..Sadece Kerkük ilini kapsayacak olan bir referandum (rapirsîn) geçerli olamaz!
Bu tezi Türk Dışişleri Bakanı Gül öne sürüyor. Kısacası bu tezle hem Araplar'ı tahrik ediyor, hem çoğunluk diktatörlüğünü öngörüyor, hem de Birleşmiş Milletler temel sözleşmesini hiçe sayıyor. Tüm Türk tezlerini "Irak'ın içişlerine müdahale" olarak gören ve bu tezleri red eden Kürt Tarafı elbette büyük emeklerle vücud bulan anayasaya sahip çıkıyor ve bu anayasanın özellikle 140. Madde'sini uygulamakta ısrarlı davranıyor.
-Türkiye, ABD ile anlaşarak Güney'e (Özgür Kürdistan'a) kısmi bir müdahalede bulunarak, Kürt tarafını hizaya getirmelidir...
Bu tezi Türk Devleti'nin Kerkük Sorunu'nundan en az zararla ve "Kürtler'in planını bozucu" olması itibariyle son çözümlemede kârla sıyrılmasını öngören "akil Türkler" tarafından pişiriliyor.. Ama ABD'nin kesin vetosu, böylesi hayallerin işlerliğini ortadan kaldırmıştır.
-Kürtler'i belli bir süre dostluğu tazelemeye istekli gibi görünerek uyutalım, ama bu arada tırmandırılan terör eylemleri ile Irak'ta ve özellikle Kerkük'te istikrarı imkansız hale getirelim.. Böylece ABD'nin önünde Irak'ta, B-H raporunun öngördüğü çözümden başka uygulanacak bir seçenek kalmayacaktır..
Bu çerçevedeki bir çözüme yönelme Türkler arasında gittikçe daha fazla taraftar bulmaya başladı. Bazı yetkililer tarafından yarım ağız söylemlerle "politika değişikliği"ne gidilmekte olduğu izlenimi verilirken, öte yandan da Türk MİT'inin Kerkük ve Musul'da terörü organize ettiğine dair deliller ortalık yerde dolaşıyor.
-Eğer Kerkük'ü Kürdistan'a (Türler'in deyimi ile "peşmergelere" bağlananacağına dair en ufak bir işaret dahi alınırsa Türkiye hiç kimseye aldırmadan, her ne pahasına olursa olsun Özgür Kürdistan'a (kendi deyimleri ile Kuzey Irak'a) girmelidir/girecektir.
Bu tez askerlerin, çoğunluk Türk kitlesinin, MHP, BBP, ANAP ve CHP'nin başı Baykal'ın tezidir. Tezin sahiplerine bakılırsa "ABD okyanus ötesinden kalkıp kendi çıkarları gereği Afganistan'a ve Irak'a girebiliyor da, neden Türkiye 340 Km ortak sınıra sahip olduğı Irak'a giremeyecekmiş" gibi bir sorunun cevabı Başkan Bush'tan istenmelidir.
Türkler bu ve bunun gibi tezlerle ortalık yerde "deli dana" gibi dolaşırken, gözleri yine de Washington'da. Bilindiği gibi Şubat ayında Türk Savunma bakanı, Dışişleri bakanı ve Askerbaşı Büyükanıt ABD'ye peşpeşe ziyaretlerde bulunacak, nabız yoklayacak, siyasi rüşvet vermeye teşebbüs edecek (mesela Iran) ve muhataplarını ikna etmeye çalışacaklardır. Eğer Beyaz Saray'dan kesin bir "hayır, müdahaleyi kabul edemeyiz" gibi bir cevap alırlarsa önlerinde sadece iki yol kalacaktır:
1) Kuyruğu kıstırıp yeni bir müdahale fırsatının doğmasını bekleyecekler. Ama bu arada Irak'ta istikrarsızlığı derinleştirecek her türlü eylemin arkasında duracaklardır.
2) Diğer ihtimal ise her ne olursa oldun de facto bir müdahaleyle "işgali" oldu bittiye getirmeye çalışacaklar. Bunu yaparken ise demokratların Başkan Bush karşıtlığını da toyca hesaba kattıklarını kestirmemek mümkün değeldir..
Türk Tarafı'nın bu sinsi, çirkin duruşuna karşın, Kürtler'in dozajı yükseltilen psikolojik savaş alanında gerilemediklerini hatta karşı psikolojik atakla Türkler'i şaşırttıklarını görüyoruz. Her alanda "Quid pro quo", yani muqabele-i bil misil veya aynıyla karşılık verme taktiğini elden bırakmayan Kürtler ve dostları Irak Arapları eğilip bükülmeyeceklerini, ama politik dostluk anlamında herkesle konuşmaya hazır olduklarını gösterdiler. Mesela Türk'ün organize ettiği Kerkük Konferansına karşın, Bağdat'ta (eğer büyük siyasi bir engel çıkmazsa) bir Kürt konferansı yapılması gündemde. Sün'ileri destek toplantısına Şiiler'in açık tepkisini teşvik ve hayata geçirme vs gibi duruşların sergilendiğini bir çırpıda sayabiliriz.
Öte yandan Kürtler, ABD ile dostluk ilişkilerinin gereğini hakkıyla yerine getirmek için fiili olarak (şimdilik) iki tabur askerini Bağdad'a göndermiş bulunuyor (veya bir tabur varmış durumda, diğeri ise yolda). Bunun, şehir içi mücadele için yetiştirilmiş iki tümen komando takviye edilmesi ise an meselesidir.. Bütün bunlar:
-Kürt Tarafı'nın federal Irak'ın tümünde istikrara sahip çıktığını,
-Saddam ve Sadr taraftarlarının bozguncu tavırlarına karşın istikrarı savunduğunu,
-Kürdistan'nı, "sath-ı müdafaa" esasına göre savunmaktan taviz vermeyeceğini gösterir (güçlü komando sath-ı mudafaanın esas alındığını gösterir).
Aynı hafta içinde Başkan Bush Kongre'nin karşısına çıkıp "Birliğin durumu" başlıklı geleneksel konuşmasını yaptı. Başkan bu konuşmasının Irak ile ilgili bölümünde şu anlamları içeren satırlar bizim için de hayatidir:
-Irak'ta zafer ABD'nin bir dünya devi olarak ayakta kalması için şarttır. B-H Raporu bundan dolayı uygulanamaz.
-Karar mercii hala Başkan olarak benim. Hiç kimseye veya kuruma görevimni devr etmem.
-Iraklı Yöneticiler, söz vermelerine rağmen Bağdat'a kuvvet göndermediler!
İşte bu Iraklı yöneticiler, Sadr'ın gölgesinde kalan çoğunluk grubundan başkası değildir. Bu durumda bizim; "Kürtler Bağdad'a derhal asker göndermelidirler" yolundaki tezimizin önemini de ortaya koyar. Yöneticiler'in bunun bilincinde olduklarını görmek elbette sevindiricidir.. (devam edecek)
2007-01-27
Sirac Bilgin
2007-01-13
Gorusunuz