Türk iç hesaplaşması; kim o kaatiller köşküne çıkacak?
Makaleme başka bir giriş yazısı ile başlayacağım.. Biraz içe dönük olacak bu.
Provokasyon sözcüğü bazı Kürt odakları tarafından yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. "Aman Amed 'olayları' bir provokasyondur", "Şemzinan Provokasyonu", "Batman Provokasyonu".. "Bu provokasyonlar Türkiye'deki sertlik yanlılarına fırsat veriyor".. "Provokasyonlar siyasi mücadeleyi dinamitleme amaçlıdır" vs.. Açıkça yazalım da meramımızı olduğu gibi ortaya koyalım: Türkler'in bize karşı "sertleşmesi" için provokasyona ihtiyaçları olduğunu sananlar hem kendilerini hem de milletimizi aldatıyorlar. Türk Devleti tarihi boyunca Kürtler'e karşı sertlik ve daha açıkçası yok etme politikası gütmüştür. Kürtçe konuşanlara ceza olarak 25 kuruş ceza biçildiği 1920'li, 1930'lu yıllardaki darağaçlarına bakın da sertliğin anlamını ortaya koyun.. 1940'lı, 1950'li yıllardaki asimilasyon furyasında "Kürtçe konuşan öğrencilere karşı" ispiyoncu çocuklar kullanıldığını, Kürtçe ıslık çaldığı için insanların tutuklandığı dönemleri hep yumuşak dönem olarak anmıyor muyuz? Hele Muğlalı adlı general bozuntusunun durup dururken 33 Kürd'ü kurşuna dizdiğini, bugün onun adını taşıyan bir askeri garnizonun Kürdistan'ın orta yerinde boy verdiğini bu provokasyon teorisyenleri elbette bilirler. 1959'da 49'lar, 1960'ta 55'ler ve tamamlayıcı sürgünler, 1963'te 23'ler, 1966'da "Yeni Akış" tevkifatı, 1967' "Doğu ve Güney-Doğu Kalkınma Mitingleri" tutuklama furyası, aynı yıl 49'lar sürgünü, 1968 TKDP tevkifatı, 1970 DDKO tutukluları, sonra 12 Mart, faili meçhuller, 1980 cuntası.. 1984 Direnişi ve malum tutuklamalar.. Şehadetler. Şehitlerin yaşının 3'e indiği günlere geldik dayandık. Özcesi, milli bilincin artışına paralel olarak "dozu ayarlanan bir şiddet" yaşadık, yaşıyoruz.
Kısacası; Türk'ün Kürd'e yönelmesi için bizden "provokatörler"e ihtiyaçları yoktur. Eğer her yönelişleri için bir provokasyon arayacaksak, bilelim; KÜRD'ÜN VARLIĞI TÜRK İÇİN BAŞLIBAŞINA BİR PROVOKASYONDUR!
İşte biz bu paranoyayı yaşarken, Türk Devleti'nde hiç de istifade edemediğimiz bir boğuşma yaşanıyor. Kemalistler'in kendilerine lazım olan provokasyonu kendilerinin yarattığı ve dinci kesimi toptan sindirici bir sürece girdiğimiz halde hiç bir önermemiz yok.. Kemalistler elbette kazanacaklardı. Bundan kuşku duymuyoruz. Tüm istihbarat birimlerini (MİT, JİT, POLİS İSTİHBARAT, ORDU İSTİHBARAT VS) ve Kontralar ile Özel Harp dairesi'ni (veya yeni adıyla Özel Kuvvetler Komutanlığı'nı) ellerinin altında bulunduran Kemalist Türk Ordusu'nun karşısındaki pasif, korkak, örgütsüz dincilerin bu durumları ile zafer kazanmaları elbette beklenemezdi. Ama çok iyi bir satranç oyuncusu olsaydık, bu süreçte bizim de hamlemiz olurdu ve Kemalistler'in zaferini güçleştirici, yürüyüşlerine çomak koyucu hamlemiz olurdu. Oysa biz hala etrafımızda hain avına devam etme kararındayız. Biri Apo'nun kaşı kara dedi mi "hain", bir diğeri PKK mücadele ediyor dedi mi bu defa diğer kesim yaygarayı basar; hain! Üstelik hiç kimsenin aklına; "hey arkadaş, sen bu hükme kimin adına varıyorsun? Hangi ulusal otoriteyi temsil ediyorsun? Hangi delillerle atıp tutuyorsun?" diye sormak gelmez.. Varsa yoksa laf yetiştirme.
Evet, AK-PARTİ'nin bir Çankaya hesabı vardı. Erdoğan bayağı hazırlanmıştı buna. Ama şu anda "ya kırk katır, ya kırk satır" seçeneği ile karşı karşıya. Görülen o ki, Özal dönemi istisna tutulursa, Çankaya yine Kemalistler'in meskeni olacaktır. Kişiliksiz, askere, güce tapan, zekası dumura uğramış bir halk olan Türk Halkı'ndan elbette doğru, çağdaş, demokratik bir tavır beklemiyorum. Bu, gerçek muhalefet olan İslami kesim için de geçerlidir. Kürt Milleti'ne karşı duruşları ile, çağdışı kafa yapıları ile ve demokrasiye inançsızlıkları ile her renkten Türk İslami kesimi'nin Kemalistler'den özde farkları yoktur. Bir kesim Allah'a tapar, ama Allah'ın kelamını Türkler'in lehine yorumlar, diğer kesim ise Kemal'a tapar ve onun prensiplerini dayatır.. Bundan dolayı al birini vur ötekine..
Benim asıl üstünde durduğum, bizim bu hengameden istifade etmememiz, ciddi bir örgütlülüğün yokluğundan dolayı istifade edemememizdir. Halbuki kendi kaderini kendisi tayin etmek isteyen bir millet, bu depremden önce, deprem sırasında ve sonrasında çok şeyler yapabilirdi. Taktiksel pek çok açılımda bulunabilir, gündemi kendisi yaratma şansını elde edebilirdi.. "Tarih akar, Kürt bakar" ibaresi benim kafamda bir darb-ı mesel haline gelmek üzeredir. Aydınlarımızın hal-i pür melali, örgütlerimizin hedefsizliği, yazarlarımızın "üniter devlet"in yaşadığı bir ortamda "federe devlet" aramaları vs bizim değişmez realitemiz olamaz, olmamalı. Düşman topyekun savaş ilan etmişken oldukça rahat bir şekilde başka işlerle uğraşan büyük örgütlerimize ne demeli? Hele PKK'nin bir zincir halkasını kollayıp kırmaya çalışan sekreter adaylarımız birer harika! Mübarekler sanki Türk Devleti'nin 23 Nisan çocuğu. Özetlersek,
-ulusal hareket her duruma uyan bir esneklik kazanmak zorundadır.
-Türk Devleti'deki köşk güreşi şu anda bizim için anlamsızdır. Açılım yapma esnekliği olmayanlar, angaje olanlar düşmanın iç kavgasından istifade etmek şöyle dursun, ayak altında kalabilirler.
-Bundan dolayı kendi realitemize dönmeliyiz. Savaşanların mücadele azmini negatif yönde etkiliyecek her türlü yayın ve sözden kaçınılmalıdır. Bu Psikolojik Savaş'ın ABC'sidir.
-Yönetici parti artık uykudan uyanmalı, fassa-fisso işlerle uğraşmamalı, birliğe giden yolu sonuna kadar açmalıdır.
-UNUTMAYINIZ; BİRLİK YARATILIRKEN MATEMATİK, 1+1=2 ŞEKLİDE İŞLEMEZ. BİRLİK SÜRECİNDE 1+1=3 VEYA 5 OLUR! Bunu herkes kafasının bir köşesine yazsın.
-Bizim kaybedecek bir tek ferdimizi kaybetme lüksüne sahip değiliz.
2006-05-19
Sirac Bilgin
2006-05-19
Gorusunuz