Bilinçli savaş ve kargaşa..
Kürt Milleti'ne karşı topyekun bir savaş başlatan düşmanımız Türk Devleti çok yönlü, disiplinli, planlı bir yürüyüş tutturmuş bulunuyor. Türkler, en katı askeri yönetim günlerini andıran bir basınla, Türkler'in Kürdistan'a hakimiyetinin devamı için varını yoğunu ortaya koyan üniversiteleri, camileri, sanat gösterileri, kahvehaneleri, sportif faaliyetleri ve eğlence sektörleri ile kapsamlı bir psikolojik baskı yaratmıştır. Yukarıda saydığımız Türk Devleti'nin ideolojik aygıtlarına ek olarak, kısaca "kontralar" dediğim derece derece bütün görünen ve görünmeyen cellatlarını; yani ordularını, polislerini, kontr-gerilla teşkilatlarını, JİTEM'lerini, korucularını, askeri istihbarat operasyon timlerini ve MİT'e bağlı operasyon timlerini de hareket halinde tutuyorlar. Bu güçler boyuna Türk Devlet Terörü'nü estiriyor, can alıyorlar. Bu bir oyun değil! Canlar alınıyor.. Analar, babalar, yavrular ağlıyor.. İnsanımızın tedirgin bir şekilde ölüm sırasını beklemesi, ruh sağlıklarının bozulması da cabası.. Eğer bu durumu çookk, çookk ama gerçekten çok ciddiye almıyorsanız, Kürtçülük vadisinden çekilin derim (tabii ki eğer biraz vicdanınız varsa).
Düşman, Türk Devleti, hele üstünde bir dış baskı da hissetmiyorsa, elbette kazanmak için şartların elverdiği her türlü çirkef metoda, hem de hareket sınırlarını zorlayarak, başvuracaktır. Bu belli. Türkler'i tanıyanlar ne kadar birer usta manevracı olduklarını, dünyayı kendi çıkarları için kullanmanın yollarını çok iyi bildiklerini kesine yakın bir şekilde tahmin edebilirler. Hatta günümüzde olduğu gibi, kendilerine düşman imiş gibi görünen güçleri de kullanmakta ustalaşmışlardır. Biz onların bu gibi becerilerine karşı şikayet geliştirmekle sonuç alabilir miyiz? Onları bu şikayetlerimiz ve bu bölük pörçük durumumuzla dünya kamuoyunun olmayan vicdanında mahkum edebilir miyiz? Buna iyi bir siyasi gözlemci elbette hayır diyecektir. Ayakları havada diplomasi olmaz. Siyaset her zaman bir alış-veriştir. Diplomat bu siyaseti en iyi pazarlayan yurtseverler ordusu olacaktır.
İşte burada diplomasi ve siyasetin mantığı devreye girer.. Güç! Gücün nisbetinde ağırlığın olacağını bilmezsen sonun hep hüsran olacaktır. Türk Tarafı diplomatik temasa; kucağında pazarı ile, Kürdistan gibi ilhak edilmiş olan ülkemizin de içinde bulunduğu coğrafyanın jeo-stratejik konumu ile, Nato üyeliği ile, güçlü dış ilişki ağı ile, rüşvet verme kapasitesi ile ve güçlü ordusu ile gider. Pek çok işini bir ihale vermekle halledebilmiş bir devlet var karşımızda.. İşte bu sofraya Kürt Tarafı "diplomasi" yapmak amacıyla giriyorsa pek çok dezavantajlara sahip olduğu ortadadır. Kürtler tarafından şimdiye kadar yapılanlar (kısa bir süre hariç), görüldüğü kadarıyla diplomatçılık oynamaktır. Çocukça ve taraftarlar alışverişte görsün babından temaslardır bunlar..
İşte bu noktada Kürt Tarafı'nın mücadele sahasındaki eksiklikleri kendisini dayatıyor. Bu önemli dönemeçte Kürt Milleti maalesef çok kötü bir şekilde yönlendiriliyor. Bu kötü yönlendirilme olayından ne PKK ve ne de diğer aşikar odaklar azade değil. Kürt siyasileri sanki elbirliği etmişcesine mücadeleyi ya saptırmaya ya da Türkler'e peşkeş çekmeye çalışıyorlar gibi bir izlenim var. Bu kargaşada elbette en büyük pay, kitleyi yönlendirebilen PKK'ye aittir. Bu örgütte daha önce belirtttiğimiz ve enine boyuna inceleyip tartıştığımız; ideolojik netlik, buna bağlı olarak kürdistanilik, kararlı bir hedef seçme gerçekliği kaybolmuştur. Esir bir şahsa bağlılık, onları sonuçta düşmana bağlılık noktasına getirmiştir. Uluslararası alanda zayıflık, ulusal alanda ise güvensizlik bu örgütü daha da düşmana kaydırmaktadır. Örgüt Liderleri'nin kişisel güvenliklerinin en üst seviyede tehlikede olması onları paranoya derecesinde şüpheci kılmış, kuşatılmışlık durumları ise hata üstüne hata yapmalarına yol açmıştır. Her şey sanki kısa vadeli bir nefes almaya göre ayarlanmış gibidir. Güney tarafından dışlanmışlıkları, onları yeni ve en olumsuz ittifaklar aramaya itmiş, anayasa oylamasında görüldüğü gibi terörist "direnişçi" Arap Örgütleri ile kolkola sahneye çıkmalarına yol açmıştır. Bu ise hem ABD nezdinde hem de Güney nezdinde daha fazla itilmelerine yol açmıştır. Bir "onda cirkel" içinde debelenip durmaları Kürt Milleti'nin Kuzey kesimini daha da kötü yönlendirmelerine yol açmıştır.
Neticede, Türk Tarafı'nın bilinçli savaş taktiklerine karşın, bir kargaşayı andıran "Kuzey'deki Kürt Direnişi" noktasına varılmıştır. Bunu Batman'dan itibaren dalga dalga yayılan halk direnişlerini yönetme biçininde görüyoruz. Gerçek birer kahramanlık örneği olan bu direnişler, hep saptırılmış, Öcalan'ın özeline ve Türk legalitesine uygun olarak seçilmiş mahalli yönetimlerin durumlarına hizmet amacıyla kullanılmışlardır. Anlamak hiç mümkün değil, bir hareketin yönetimi nasıl bu kadar plansız, programsız ve duygusuz olarak halk hareketlerine yaklaşabiliyor? Mesela Batman'ı alalım. Büyük bir kahramanlık örneği veren halk şehit cenazesine sahip çıkıyor, Türkler'in sahneye koyduğu cenazeyi kullanıp Kürt'e karşı düşmanlık yaratma politikasına karşı, tam da yerine oturan bir tavırla vakur bir şekilde şehitlerine sahip çıkıyor ve "burası Kürdistan, Türkiye değil" sloganı ile yürüyerek yeni şehitler veriyorken, yöneten gizli el devreye giriyor ve "aman sakin olun, demokratik açılımlar tehlikeye girmesin" türünden telkinlerde bulunuyor. Ardından Türk Devleti'nin konrtraları Şemzinan olayını sergiliyorlar ve halk yeniden direnişe geçiyor, yeni şehitler veriyor. Direniş Van'a, Hakkari'ye, Gever'e sıçrıyor, üst üste şehitler veriliyor. Aynı gizli bu kadar şehitten sonra, cenazenin sıcaklığı ruhları sarmış, insanları kahrederken yeniden ortalıkta boy veriyor ve "sakin olun, 'devlet'e fırsat vermeyin" diyerek insanları susturuyor, hem de sokak güçlerini bir tehdit olarak kullanmak suretiyle..
Peki be adamlar madem ki halkı sükunete sevk etmek en iyi politika idi o zaman neden bu kadar insanımızın şehit düşmesine, ocakların sönmesine, annelerin bağrının dağlanmasına yol verdiniz? Neden şehadetlerden önce sükunet sağlamadınız? Bu durumda ayakta kalmanızın, Kürt İnsanı'nın akmasına bağlı olmadığına inanmamak mümkün olamaz. Bu çok iğrenç bir politikadır. Bu politika bile değildir, bir kargaşadır. Bu, Kürt Milleti'ni yanlış kullanarak (bu bilinçli bir kullanış gibimize geliyor) Türk Devleti'ni zafere yaklaştıran, halkımızın inançsızlığına yolaçan bencil bir yürüyüştür.
Kargaşa, sadece PKK yönetimi'nin sebep olduğu bir olgu değildir. "Evcil Kürtler" de en aşağısından onlar kadar sorumludur. Bu kesimin önemli bir bölümü 1970'li-80'li yllardan kalan bir politik kafaya sahiptir. Her ne yapılırsa bu kesimin nezdinde "provokasyon" olarak nitelenir. Bunların kendi kafa yapıları ile Türk Devleti'nin istemleri neredeyse çakışır. Sözde bazı sert talepleri dile getirseler de, özde bu politikaları sonuna kadar götürecek bir stratejileri yoktur. Günlük kahramanlıklar bunlara yetiyor...
Kürt Milleti bu ikili kuşatmayı yarmak zorundadır.. Bunun nasıl olacağını daha önceki yazılarımda tartışmıştım..
2005-11-22
Gorusunuz