Bağımsızlık mücadelesi ve din-III
Siyasiler ve entellektueller aynı kafa yapısına sahip olmadıkları, aynı dertlerle yüzleşmedikleri için, aynı problem karşısında tavırları ve tepkileri çok değişik olur.. Entellektuelin tek endişesi, doğru sandığı şeyi en iyi savunmak iken siyasi insan, hep sırtındaki kitle yükünü düşünür. Bundan dolayı da, konumuz olan dini tartışmak, dinlerin hangisinin hak dini, diğerlerinin batıl olduğunu değil tartışmak, düşünmez bile. Siyasi bir insan dinin bir vicdan meselesi olduğunu düşünür. Her dinin kendi ortamında hak dini olduğunu unutmaz.
Olay çok basittir. Bir insan Kızılbaş, Êzdî veya Müslüman ana babadan bu dinlerin çoğunlukta olduğu bir ortamda, mesela Êzdî bir ana ve babadan, Êzdî çoğunluklu bir yörede doğmuşsa, tabii olarak bu ortamın dini terbiyesi dahil, tali geleneklerini hazm ederek şekillenir büyür. Dolayısıyla tercihini kendi iradesi olmadan yapmıştır. Dini terbiyesini küçüklükten beri almıştır. O insan için en mükemmel din, Êzdîlik'tir. Bir entellektuel olarak çıkıp "senin dinin yanlış" dersen elbette tepkisini sonuna kadar çekersin. Onu ateizme davet etsen, elbette tepkisi daha az olmaz. Çünkü ateist, belki de bilgi seviyesinin elverişsizliği ile, hep işin kolayına kaçarak, "tanrıyı insan yarattı" diyerek bilebildiği kadarıyla dinlerin tarihini alıp anlatacak ha anlatacak. Tabiatın yaratıcılığını, Darvinizm'i kullanabildiği kadar kullanacak. Ama karşı sorulara yeteri bilgi ile hazır değildir. Einstein'in "bilgi bir deniz ise biz ancak bu denizin kenarındaki bir kum tanesine erişebilmiş durumdayız" dediğini belki hiç duymamıştır.... Veya yine hayatı boyunca mikro-fizik, makro evren ve ilişkileri ile uğraşan Einstein'in:
"What I see in Nature is a magnificent structure that we can
comprehend only very imperfectly, and that must fill a thinking
person with a feeling of humility. This is a genuinely religious
feeling that has nothing to do with mysticism."
Dediğini duysa bile dudak bükerek gülecektir.
Ama entellektueli "kendinden menkul"inancıyla herşeyi bildiğini sanmakta bir tereddüt göstermez, hele Marx'ın Das Capital'ini de okumuşsa değme keyfine gitsin. O tabiatın dialektiği denilen silahı sayesinde her şeyi çözümlediğinden emindir artık..
Oysa dinlerden birine mensup bir insanın basit bazı sorularını bile doğru bir şekilde cevaplayamadığı kesindir. O entellektuel insanımız, dindar insanımıza; "haydi tanrının varlığını ıspatla" diye alaycı bir soru sorarken karşıdan gelen "haydi sen tanrının yokluğunu ıspatla?" sorusunu Marksist terminoloji ile cevaplamaya çalışır ve nihai çözümlemede konu dağıldıkça dağılır, kendi de neyi savunduğunu anlayamaz duruma gelir. Böylece biri dindar, diğeri dinsiz iki "kum zerreciği bilgili insan", o da o kum tanesine ulaşmışlarsa, çareyi kavgada bulurlar.. Biri "benim dinim ile filanca din arasında derinlerden gelen bir kavga vardır" diyerek kavgayı başlatır. Diğeri ise onun "recm eylediği" dinsel figurun kahramanlığından dem vurmaya başlar..
Bilmiyorum, bu ne vurdum duymazlıktır. Dinin bir realite olduğu, toplumu etkilediği, bir din kültürü oluştuğu görülmüyor mu? Dini, mesela Kızılbaşlığı ortadan kaldırbilir misiniz? O kadar katliamcı padişah geldi geçti.. Zorla ortadan kaldırmak için oluk oluk kan akıttı da o kökü kurutmak mümkün olmadı, sen mi ortadan kaldıracaksın be adam? Hem Kızılbaş'ın varlığının sana ne zararı var? Aynı şey İslam Dini için de geçerli.. İslam'ı zayıflatmak için kazma küreğe sarılmanız size ne fayda sağlar? 5000 yıllık Mithraizm'den kökünü alan Êzdîlik, ortadan kalkarsa, koskoca bir tarih bağının yok olduğu görülmerz mi?
Artık amaç kavgayı kazanmaktır, hem de ne pahasına olursa olsun! Oysa tartışmaya girmeden problemi çözmek işten bile değildir. Ne der İslam; "Senin dinin sana, benim dinim (veya bu misalimizde dinsizliğim) bana".. Evet, şu andaki sorunun dinleri "halletmek" olmadığını, DÜŞMANI HALLETMEK OLDUĞUNU BİLİRSEK, hiçbir çıkmaz kalmaz. Düşmanın istediği şey Kürtler'i bölünmüş görmektir. Her zaman tekrarlarız, ama anlaşılıyor mu belli değil. Herkes, her yerde, her an nasıl ezildiğimizi görüyor, ama hala çoğumuz kenar mahalle problemlerle uğraşıyor. Gel de kahr olma.
Bunlardan sakınmak, Kürdistan Ulusal Hareketi'nin sağladığı kardeşlik havasını dağıtmamak için diline hakim olmak, siyasi olduğunu söyleyen insanların görevidir. Bunu tekrarlıyanlara elbette ulusal hareket en sert cevabı verebilecek güç ve bilinçtedir.
Her eline kalem alan kendisini bir dini grubun temsilcisi olarak yutturmaya kalkarsa ve seyredenlerde bunu böyle kabul ederlerse elbette kargaşayı peşinen kabul etmiş oluruz. Kimdir şu kendisini İslam'ın temsilcisi sayan "fedai"? Bir dinin temsilcisi olduğunu iddia etmek insanı otomatikman o konuma getirir mi? Hayır. Hem eğer ben, gerçekten milletimin fedaisi isem, tüm milletimin fedaisi olmak zorundayım. Ulusal olan herkesi saygı ile selamlamam, din, cinsiyet ve düşünce farkına bakmadan bu yola baş koyan herkese merheba demem gerekir ve bu zorunludur.
Geçenlerde Welatparêz Forumu'nda, Forum yöneticilerini çok ama çok güç durumda bırakan bir tartışma yaşandı. Bu tartışmada siyasi yara alınmaması için en çok da "siyasi" olduğunu bildiren birinin yazıları kaldırıldı. Tabii ki bu yanlıştı. Ama tümünü kaldırmaya kalksalar bu defa sanki Welatparêz Yönetimi elde makas, herkesin özgürlüklerine saldıyor imiş gibi bir manzara ortaya çakacaktı. Gelecek yazıda bu konuyu ele alacağız.
(Devam edecek)
2005-10-15
Gorusunuz