Kürt Yabancılaşması-III
Öcalan'ın oluşturduğu ilk grup daha fazla Kürt(çü) ağırlıklıydı, ki aralarında İmail Hakkı Mütevellizade ve adlarını vermeyeceğim başka Kürtler de vardı ve bunlar daha sonra DDKD'ye (KİP'e) katılacaklardı. Grup "proletarya'nin öncü partisi" fikrinden sapma yapmamaya kararlı idi. Bağımsız Kürdistan'ı savunuyorlardı. Kürdistan sömürgedir diyorlardı. "Kürdistan sömürgedir" fikrinin ilk sahibi olmalarını iddia etmeleri, tarihi hep kendisinden başlatma alışkanlığı olan Öcalan'ın saplantısıydı. Oysa 1975'te Lice için yapılan mitingde kitle 7. Türk Kolordusu'nun önünden geçerken hep bir ağızdan "sömürgeci köpekler, Kürtler sizden ne bekler" sloganını atıyordu. Ayrıca kendilerinden önce kurulmuş olan TKDP, KİP (Dr Şıvan sonrası aynı tabana dayanarak kurulan parti), TKSP gibi partiler ve Rizgari oluşumu bu konuyu tartışarak sonuca varmışlardı bile. Ama yine de söyleyeyim, bütün parti ve gruplar yabancılaşmanın izlerini şöyle veya böyle taşıyorlardı.. Artık sosyalizmden etkilenmeyen parti yok gibiydi. Mustafa Barzani'nin 1975'te mecbur bırakıldığı geri çekilme hepten sosyalizm-feodalizm tartışmasına, ama nedereyse biz bir avuç insan hariç, kendin çal kendin oyna türü tek başlarına kalem çaldıkları bir felaket olarak telakki ediliyordu.. Şêx Se'îd ve Arkadaşları hala "beraat" etmemişlerdi. Bu duruştan da hala devam eden bir yabancılaşma kokusu geliyordu.
İlk grubu kısmen dağıldıktan sonra Öcalan'ın kurduğu ikinci grupta artık Türkler'in daha fazla ön plana çıktığını, Kürt-Türk proletaryasından oluşan ortak öncü parti esprisinin daha belirginleştiğini görürüz. Bu partinin amacı bağımsız Kürdistan kurmak olarak dökümanlara geçti. Bu iyiydi. Gerekçelerden biri olan Kürdistan'da sömürgeci-sömürge ilişkisine son verilmesi amacı da yerindeydi. Ama... Bu ilişki ile Türkiye işçi sınıfı kendisini bağlayan sömürgeci devletin bu zincirinden kurtarılması, böylece Marksist-Leninist bazda bir devrim gerçekleştirilmesi mümkün olabilecekti. Düşünce buydu. Yani burada Kürdistan'ın bağımsızlığı bile Türkiye işçi sınıfı düşünülerek istenmekteydi.. İşte bu yabancılaşmışlar grubunun geniş ölçüde Kürtler'e karşı zor kullanarak, giderek Esat rejimi'ne dayanmak suretiyle ve Güney KDP'yi manuple etmek suretiyle silaha sarılabilmeleri, belli bir konseptin, tamamen yabancılaşmanın manifest olduğu bir konseptin Kürdistan Devrimi'ne bir daha belki de çıkmamak üzere monte edilmesi sunucunu doğurdu. Ama yine de silahların patlaması ile birlikte "biz ve onlar" ayrışması derinleşti. Kürt artık üstüne serpilmiş olan ölü toprağını atmıştı. Düşmana da kurşun işlediği görüldü. Bütün bunlar kahraman gerillanın büyük fedakarlığı ile sağlandı. Fakat maalesef yanlış bir liderliğin güdümünde. Halk bu liderliği hep yanlış ve gönlünün istediği bir liderlik gibi yorumladı.
Artık eğitim dilinin Türkçe olduğu, halkların kardeşliğinin tamamen Türkler lehine işletildiği, sonradan kurulan TV'nin ve gazeteler ile parti olanaklarının Türk marjinallerinin hizmetine sunulduğu bir döneme girilmişti. Bekaa ve Şam artık Mihri Belli bir yandan, Yalçın Küçük bir yandan, Doğu perinçek öbür yandan olmak üzere müseccel Kürt düşmanlarının ziyaretgahı haline gelmişti. Kürt ağzından kuş tutsa, asıl geçerli olan bu kişiliklerin telkinleriydi. Aşağılık duygusunun şekillendirdiği ve buram buram yabancılaşma kokan bu duruş sorunu kitledi. Kürt Partileri'nin peyderpey desteklerini çekmeleri ile yalnızlaştı ve İmralı Süreci ile birlikte Kürdistan'ı kelimenin tam anlamı ile bir felakete doğru yöneltti..
!999'dan beri Kürdistan bir saçmalıklar laboratuarına dönüştürülmüşse bunun ana sebebinin tesilimet olduğunu düşünenler olabilir ama hiç sektirmeden kaydedelim ki bu teslimiyet yabancılaşma ile kol kola gitmiştir.
Eğer böyle olasaydı şu saçma sapan "taviz" denilen yıkımlar görülmezdi.
Eğer böyle olmasaydı, Demokratik cumhuriyetin Öcalan versiyonu asla ve asla gündeme gelmezdi.
Eğer böyle olmasaydı bir yaban otu gibi birdenbire ülkemizde bitiveren bu "Koma Komelên Kurdistan" saçmalığı hiç söz konusu olmazdı.
Bunların hiçbirinin ulusal taleplerle ilgisi yoktur. Kürdistan için tek ulusal talep olabilecek gerçek, Kürt Milleti'nin kendi kaderini kendisinin tayin etmesidir.. Bunun dışındaki bütün talepler yabancılaşmanın izlerini taşır veya Öcalan misalinde olduğu gibi yabancılaşmanın ta kendisidir.. Kürdistanlı ve giderek Kürt olma gururunu taşımayan, düşman karşısında aşağılık duygusu duyacağına karşısındakini terletmeye kalkmayan, celladına sevgi çiçekleri göndereni lanetlemeyen, kendi ulusunu başkaları ile eşitliğini hiç bir "ama" tanımadan savunmayan bir şahısta eksiklikler var demektir. İşte Öcalan ve takipçileri misalinde bunu açıkça görüyoruz. Cellatbaşı Atatürk iyidir, Kürt rahat durmadığı için kesildi kanısını taşıyan, Türk Dili'ni resmi dil olarak kabul eden, yer yer Türkiye Ulusu firrine yatan, düşmanın bayrağına bağlılık arz eden biri nasıl bir "Kürt"tür... siz değerlendirin..
Evet şu anda gerilla kullanarak girilen yol, yabancılaşmanın en uç yoludur. Umarız bu uyarı bazılarını düşündürür..
Gelelim yabancılaşmanın üçüncü yoluna.. Yani yabancılaşmayı sisteme tam entegrasyon olarak alan ve göbek bağı ve iş pazarı yoluyla Türk'e bağlananların yarattığı karmaşaya..
Bunlar bilhassa 1950'li yıllarda, Demokrat Parti'nin iktidar olması ile dağıtılan ulufe kırıntılarından pay almak suretiyle palazlanan bir kısım mutegallibe ve mahalli siyaset erbabıdır. Aralarında elbette bir benzerlik veya bir tabaka müşterekliği yoktu. Bunlar daha ziyade parti başkanlığı, milletvekilliği gibi postları kapıp, bu postlardan yararlanarak akraba ve tanıdıklarını resmi dairelere yerleştiren, resmi ihaleleri kimselere kaptırmayan şahsiyetlerdir. Kürdistan'da yeni bir sınıf olarak boy veriyor, eski, geleneksel kurum liderlerinden sisteme uyamayanları tasfiye etmek suretiyle yerlerini sağlamlaştırıyorlardı. Kürt mefkuresi umurlarında bile değildi. Bunlarla birlikte pazarın daha da geliştiğine, eski gelenneksel el tezgahlarının yoklara karıştığına tanık oluruz. Artık ne "Zoxpa" şalvarları ve "pirîn"leri vardı, ne de Botan dokumaları.. Kapak açılmış, bağımlı bir ekonomik yapı her şeyi silip sürürmeye başlamıştı. :anak-çömlek yapan dayıların da bu işi bırakmış, demircilik de rafa kaldırılıyordu.
Böylece pazar dilinin egemenliği yavaş yavaş pekişmeye başladı. Önce Kird (Zaza) kesiminde stranlar yapılmaz oldu. Onların yerini "türkü" salgını aldı. Sonra bu hastalık yavaş yavaş Kurmanc kesimine de sıçradı. Bütün bunlar elbette mütegallibenin kar hırsı ve para aşkının katkısı ile oluyordu. Bu kesimler Kürtçe'yi sadece sömürü amacıyla kullanır hale gelmişlerdi. Bu durumu ise bir üstünlük olarak bellemiş, yabancılaşma eğilimine bir ateşleme fitili olarak yardım etmişti.
Bu bağımlı pazar yapısı sonuçta büyük bir Kürt göçüne yol açmış, Türk metropollerindeki gecekondu semtlerinde bir Kürt yedek işgücü oluşmuştu. 1984'ten önce takriben beş milyon kişiyi bulan bu Kürt göçü, hızlı bir asimilasyonun eşliğinde yürüdü. Büyük bir kısmı türkleşen, ama kimlik bunalımları yer yer hala devam eden bu insanlarımız, kendisi olmayı başaramamış olmamızın kurbanları olarak tarihe geçeceklerdir..
2005-10-12
Gorusunuz