Kürt Yabancılaşması-II
Kürt'ün biraz da kitlesel yabancılaşması, Türk'ün egemen olduğu, Türk dili kullanılan pazara açılma ile başladı. Demiryolu olarak Elazığ-Van Hattı'nın tamamlanması, karayolları ağının genişlemesi ile, aşiret devletçiklerinin ürettikleri mallar; canlı hayvan, yağ, süt ve süt ürünleri ile yün pazar buldu. Pazarda Aşiret Kürt'ü ile alıcı şehirli "Kürt"= Bajarî karşılaştı. Bazılarınız bilmez, ama biz buna şahit bir kuşağız. Mesela Cizîre Botan'lılar kendilerine "bajarî", köylülere de "Kurmanc" der ve aşağılarlardı.. Neyse, biz konumuza dönelim:
Bu karşılaşmadan sonra, biraz da askerlik yıllarının o aşağılama dolu eğitiminin de katkısıyla aşiret erkeği Türkler'in dilini öğrendi. Artık Kürt neslini koruyacak tek unsur olarak AŞİRET KADINI KALMIŞTI. AŞİRET KADINI, EĞİTİMDEN KAÇABİLDİĞİ, PAZARA İNMEDİĞİ, ASKERLİK YAPMADIĞI İÇİN SAF KALMIŞTI. Doğan çocuğa Kürtçe öğretiyor, onun Kürt olarak dünyaya adım atmasını sağlıyordu. Düşman bunu çok iyi kavradığı için şimdi Kürt Kadını olarak adlamdırılan son kalemizi, "Kela Dim Dimê"yi de zapt etmek için saldırıda. Şehre ienen kadınlarımızın Türkçe öğrenip çocukları ile Türkçe konuştukları ve TV sayesinde artık İstanbul Türkçesine bile merak saldıkları biliniyor.. İşte olan oluyor, Türk Devleti kültürüyle, toplumda oluşan ideolojileriyle bağrımıza yoketme hançerini iyiden iyiye dayıyordu.
!960'lı yıllara dönersek, burada çok büyük üç yabancılaşma kaynağı ile karşılaşırız: Birincisi, dini, ikincisi sosyalizm merkezli üçüncüsü sisteme entegrasyon kaynaklı..
Din merkezli veya din kullanılarak yaratılan yabancılaşma "Nerculuk", ama Türkî Nurculuk olarak Kürt dindarlarının bağrına saplandı ve Malla Se'id'in çarpıtılmış fikirleri, Türkler tarafından değiştirilen "Risale-i Nur" dergileri ile yayıldı. En fazla da Esnaf ve tüccar kesimi arasında yer buldu. Din artık Kürtçülüğü yasaklayan bir silah haline getirilmiş, Türk Devleti sanki Kutsal Kitab Kur'an-ı Kerim'in emri olarak gösterilmeye çalışılmıştı. Devletin neredeyse açık desteği ile faaliyet gösteren Nurcu toplantıları, Kürt olmanın sanki bir hata olduğu ZIMN-Î SANISINI KAFALARA DOLAYLI YOLLARLA NAKŞ EDİYORDU. O Sırada top sesleri duyulan Mustafa Barzani öncülüklü Eylül Devrimi, Türk Solu'nun olduğu kadar Türkî Nurcuların da hedefindeydi. Mustafa Barzani, bunların dilinde "Kızıl Molla" idi.. Kürt Devrimi'ni dini açıdan bombardımana tutan bu yabancılaşma merkezi, ikide bir olmadık haberler yayıyor, Kürt Milliyetçileri'ni güç durumda bırakma veya en aşağısından desteklerini aşağı çekme gayretini gösteriyorlardı. "Domuz eti yemeyeni öldürüyorlar"... "Mustafa Barzani'nin ağabeyi Ahmed Barzani kendisini Allah ilan etti" gibi vicdansız propagandalar biribirini takip ediyordu. Kürt'üm demek, müslümanlar arasına nifak sokmakla eş tutuluyor, maalesef bu akım yayıldıkça yayılıyordu..
Sosyalizm merkezli yabancılaşma, Kürt Meselesi'ne hala darbe vuran, bir yönüyle hala yıkıma yol açan, hala insanlarımızın beynini kemiren bir yabancılaşmadır. Bir kanser gibi bedeni saran söz konusu merkezli yabancılaşma, Marksist-Leninist klasiklerin Türkçe'ye tercüme edilmesi ile Kürt Entellektuel kesimi arasında hızla yayıldı. 1962'de kurulan Türkiye İşçi Partisi, TİP, Kürdistan'lı entellektüelleri iyiden iyiye cezbetmişti. Tarık Ziya, Musa Anter, Naci Kutlay, Kemal Burkay, Mehdi Zana, Canip Yıldırım bunlara arasında ilk sırada sayılabilir. 1965'te Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi'nin kurulması ile TİP-TKDP sürtüşmesi başladı ve kısa bir süre içerisinde tırmanışa geçti. Fakat yılların şekillendirdiği acaip bir kafa yapısı vardı Kürtler'de. Tartışmalar da doğru bir zemine oturamıyor, Türk Devleti'ni meşru kabul eden bir zeminde yürütülüyordu. TKDP "özerk Kürdistan", derken, TİP'liler, Sosyalist Türkiye'de Kürtler'in haklarına kavuşacaklarını savunuyor, bazıları ise; "benim için Hakkarili köylü ile Trakyalı köylü eştir, ikisi de sömürülmektedir" demekten geri durmuyorlardı.
DDKO'ların kurulması ile belli bir değişim yaşandı, ama hala yetersizliğin, yolunu şaşırmışlığın, kafa itibariyle istilaya uğramışlığın bütün belirtileri okunabiliyordu. Bu ilk kitlesel Kürt Örgütü pek çok şeyler başardı diyebiliriz. Askeri komando baskınları ile ilgili raporları buna örnek olarak gösterilebilir. "Doğu ve Güneydoğu Kalkınma Mitingleri"ne kitlesel olarak katılmaları, bu mitinglere ulusal bir renk verme çabaları da bu arada sayılabilir. Ama hala hissedilir bir zayıflık, bir yabancılaşmanın izlerini yakalamak mümkündür.. "İzlerini" sözcüğünü özellikle seçtim. Çünkü Türk hegemonyasından kurtuluşun çabaları oldukça yüksek değer biçilecek çabalardı.. Mahkemelere verdikleri savunmalar da sayılabilir.
Fakat Marsist-Leninist kesimden gelen asıl yıkım 1974'te Abdullah Öcalan'ın ortaya çıkması ile yaşanacaktı. Doğrudan doğruya Türk Solu'nun bir versiyonu olarak ortaya çıkan Öcalan, Hala Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan'ı kendisine örnek olarak aldığını söylemekte bir beis görmüyor, bilhassa İmralı Süreci itibariyle açık ve saldırgan bir şekilde Kürdistan'ın bağımsızlığına ve Kürt Milliyetçiliği'ne karşı çıkıyor.
Biz şimdi bu handikapı biraz daha açarak içinde bulunduğumuz durumu daha iyi bir şekilde gözler önüne serelim..
(Devam edecek)
2005-10-10
Gorusunuz