Düşmanı anlamadan mücadele'nin doğru yolu çizilemez..
Son yıllardaki ulusal birikime rağmen, doğru bir mücadele modelinin geliştirilememesi, tümüyle İmralı konseptinin, gerek parasal kaynaklar tekelinden, gerek sokak gücünün hala ayakta kalabilmesinden ve gerekse düşmanın yönlendirme kaabiliyetinden dolayı hala ayakta kalabilmesinden dolayıdır. İmralı'daki Zat'a bağlı olarak hareket edenler, son zamanlarda hem aleyhimizde büyük bir akaralama kampanyası başlatmış bulunuyorlar, hem de başta dağ kadroları olmak üzere, bizim saptamalarımıza utangaç bir şekilde olsa da yaklaşmaktadırlar.. Bu kadrolar İmralı'nın ileri sürdüğü tezlerin tümünün uygulanamaz olduğunu, bir oyalamaca olduğunu, bunun ise sonlarını getirmekte olduğunu görüyorlar. En aşağısından pratik onların kafasına vura vura bunu anlatıyor. Ama öte yandan İmralı'nın hareketi parçalama kaabiliyetini de görüyorlar. Bu çıkmazdan kurtulmak için çabaladıkları belli. Mücadelenin şehirlere yayılması "projesi" (eğer gerçekten bir proje ise) bu çabanın dışa vurumudur.
Ama güvenilirliği çok az olan, her an değişmeye açık bir yöneliştir bu. Bundan dolayı, saptanan bir yönelişin teorik temelleri ve yürüyüş hedefi net olarak konulmalıdır. Mesela; eğer tamamen legal mücadele planlanıyor ve isteniyorsa, bu legal mücadelenin sis perdesi altına sokuşturulmayan hedefi açıklanır, doğru ve anayasayı değiştirecek ittifaklar aranır ve bu ittifaklar sayesinde her iki tarafın da kazanacağı bir değişimin mücadelesi verilir. Buna, hiç kuşkusuz demokratım diyen herkes saygı duyar.. Bu konuda yıllarca görüşlerimi açıkladığımdan ve bu görüşlerde bir değişiklik olmadığından dolayı daha fazla üstünde durmuyorum.
Yok eğer rejimin asıl sahibi olan generallerin niyeti net bir şekilde okunmuşsa ve bu madrabazların eski kafa yapılarını terk etmeyecekleri görülüyorsa, o zaman Türkler'in taptıkları bu kurumun ne demek istediği doğru okunur, gerekirse uzun vadeli olabilecek doğru bir strateji saptanır, onun gerektirdiği örgütlenmeye gidilerek veya bu örgütlenmeye gidilirken gereken cevap, yani onların anladığı dildeki bir savaşım başlatılır. Hiç bir dünya gücü, eğer çıkarları bizi yok saymak dahil, her türlü mücadelemizi "terörist" addetmeyi gerektirmiyorsa bizi anlamamazlık edemez. Ama Kürt Milleti yok olma yoluna sokulmuşsa, varlığını korumak için her çareye başvurabilir. En nihayetinde, eğer gerekirse intihar bile edebilir. İşte o noktada bizi inkar eden herkes korksun. Çünkü biz ölürken müstevlileri de birlikte sürüklemekte kararlıyız!
Türk Askerbaşı, yani asıl düşman neleri açık bir dille red ediyor? Bu güruhu siyasi yoldan ikna olanağı var mıdır? Bu sorulardan birincisi'nin cevabı şudur:
1) Türk Askerbaşı, "Kürtler'i savaş alanında yendim, bundan dolayı masa başında kaybetmeye niyetli değilim" diyor..
2) Türk Askerbaşı, "bu cumhuriyet sınırları ile, istiklal marşı ile, bayrağı ile, başkenti ile bize Atatürk'ten bir emanettir. Biz bu emanete kesinlikle dokundurtmayız. Siyasiler buna dokunursa onlara da derslerini veririz" diyor..
3) Türk Askerbaşı, "Kürtler'e verilecek en küçük bir taviz, zincirleme yeni tavizlere yol açacaktır. Bundan dolayı taviz verme niyetini beyan eden herkes, 'gaflet, delalet ve hatta ihanet içindedir'" diyor.
4) Türk Askerbaşı, her türlü vasıtayı kullanarak Kürtler'in gözlerinin tam korkutuluması ve giderek beyinlerinin tez elden teslim alınması için psikolojik savaşı detayları ile planlamıştır ve yürütmektedir..
Bu durumda iki yol önümüzde açılıyor. Ya, "Türk Askerbaşı'nı siyasi mücadele yoluyla geriletmek mümkündür, biz bunu ısrarla deneyeceğiz" diyecek ve buna uygun bir mücadeleyi kararlılıkla yürüteceksiniz, ya da Askerbaşı'nın anladığı dilde cevap vermek için çok yüksek bir kararlılıkla ve geçmişten ders alarak örgütlenir sahaya çıkacaksınız. Başka yolu yoktur. Tavize son!
2005-05-23
Gorusunuz