İmralı Teorileri ve Adım adım ortaya çıkan ihanet..
Bu yazı ciddi ve etraflı bir eletirel bakışın provası olarak algılanması, bilhassa Kongra-Gel yanlıları tarafından doğru ve düşünerek okunmalıdır.. Bana göre onların önünde iki yol vardır; ya Kürdistan mefkuresine dönerler, ya da bir unsuru kurtarmak için Kürdistan'ı feda edenler kervanında bir yük taşıyıcı olarak kalırlar..
Bir çok şey yazıldı, çizildi. Yazılanların bazıları intikamcı bir görünümde ve iticiydi. Bazıları ise tarafsız ve birleştirici hareket edeceğim diye doyurucu olmuyor, herkes tarafından red ediliyordu. Sonunda şu çok iyi anlaşıldı; Kürdistan söz konusu olduğunda kırmama, kendine yontma, kerndisini sevdirmek için tribunlere oynama oldukça aşağılık, kabul edilemez bir tavır olur. Mesele artık sen-ben kavgasını aşmış, İmralı ve Türk Devleti'nin belli bir plan dahilinde Kürt Milleti'ne saldırısına dönüşmüştür. Kim ne yaparsa yapsın, yazıyla veya tatlı vaadlerle bu ikiliyi bölmek, Kürt Milleti'nin hayrına olacak bir sonuç elde etmek mümkün değildir. O halde cepheden vururken sorunu doğru koyduğumuza, kati teşhiste bulunduğumuza olan güvenimizle tereddütsüz hareket etmeliyiz. Bu kez karşımıza çıkan düşman en tehlikeli olanıdır. Çünkü bir tarafı itibariyle Kürt kılıklıdır..
Ben bu yazıyı direkt İmralı uğursuz süreci ile başlatıyorum..
* * *
Zat, İmralı'ya esir olarak götürüldüğünde milletimizin asil duruşu dünya tarihine geçecek görkemdeydi.. Ülkede, Avrupa'da ve Türkiye'de sistemi kökten sarsacak muazzam boyutta eylemler gelişiyor, "her eve bir Türk Bayrağı" kampanyası, büyük bir korku dalgasının eşliğinde bitiyordu. Türk, artık başta İstanbul olmak üzere, türklüğünü unutmuş can derdine düşmüştü.. Her Kürt bir bomba haline gelmişti. İşte bu şahlanışın zirve yaptığı sırada ilk şok dalgası geldi.. İmralı'daki Zat, "eylemleri durdurun" emri vermişti.. O büyük kükreyiş kısa bir süre içerisinde sönüvermiş, Zat, Kürt Milleti'ne karşı, ilk İmralısal zaferini kazanmıştı. Bu ilk teslimiyet işaretini doğru yorumlayamamıştım ve bu benim de ilk yenilgimdi.. Bu emri ile hala övünen Zat, güya, bir Kürt-Türk çatışmasını engellemişti.. Oysa başlamış olan ve bir daha başlaması imkansız diyebileceğimiz, "savaşı Türkiyelileştirme" projesini marmara sularına gömmüştü.
Sonra ikinci bir emir daha geldi; "Türk Ordusu'na ateş etme!". Ben bunu da iyiye yormaya çalışmış, "acaba ABD'nin teslim şartları mı var" diye düşünmüştüm. Soruna belli bir "ara çözüm"mü geliyordu? Ama hayır, bir plandı uygulanan. İşbirlikçilik işaretleri kapalı bir şekilde mahkeme sürecinde hızlandı.. Dermokratik Cumhuriyet'in ilk formülü olan İngiliz, Belçika veya İsviçre modellerini dile getiriyordu.. Bu modeller, Bağımsızlık dışındaki en ideal modellerdi ve balıklama üstüne atılmıştık.. İdam kararı Zat'ı pek sarsmamıştı. Bunu bazıları cesaretine yoruyordu. Ama gözden kaçmayan bir sözü oldu karar gününde; "asıl mücadele bundan sonra olacak".. Yani artık Kürdistan Sorunu ile onun hayatının kurtarılması biribirine bağlanmış, bir hayat bir millete hizmet edeceğine, o koca millet bir hayatın kurtarılması için parça parça feda ediliyordu.
Temmuz ayında Türk Devleti'nin başı Demirel'in bir cümlesi Kürtler için yeni bir darbe niteliğindeydi, Zat'ı kastederek şöyle diyordu; "dağdakileri indireceğim diyor, bakalım nasıl yapacak?" İşte başaşağı gidişin en önemli kararlarından biriydi bu. Bu sırada Cemil Bayık ile yaptığım bir telefon konuşmasında şöyle diyordu Zat'ın bu kuvvetli adamı: "Şimdi yeni bir bomba patlatacağım, göreceksin aydınların başına nasıl patlayacak" ..Ve 2 Ağustos'ta bu bombayı patlattı; Gerilla Güney'e, kendi deyimleri ile "sınırların dışına" çekilecekti.. Hem dağdaki hem de sokaktaki adamda bu yeni şokun izlerini görmemek mümkün değildi. Geri çekilme olayı tek taraflı ve tuzaklara tam açık gerçekleştirildiği için 500 şehide mal oldu.. 500 ana ağladı, ama hesap vermesi gerekenler hesap soruyorlardı.. Artık sadece Kuzey değil, Güney de bu siyasi planda kurban seçiliyordu.. Türk Ordusu'nun bir birliği bu bahane ile Güney'deki yerini sağlamlaştırırken, Türk Devleti hala PKK'nin Güney'deki "silahlı varlığı" tehlikesini kullanarak Güney üstünde bir demoklesin kılıcı gibi duran silahlı güçlerini orada tutuyordu..
Ben artık süreçten umudu kesmiş, safça birşeyler kurtarmanın endişesine düşmüştüm. Bundan dolayı PKK'ye yönelik en ufak bir eleştiriye dahi tahammülsüzlük içindeydim.. Büyük bir çelişkiydi bu.. Adeta kendi kendini inkar! Ama hemen karşı çıkmak gerekir miydi? Zamanı gelmiş, gerekli olgunlaşmaya gidilmiş miydi? Bu hala kuşkuluydu. Ben sadece seçildiğim "kurumlar"dan sürekli istifa ederek belli bir rahatsızlık ifade etmenin ötesine gitmiyordum. Daha vardı..
Zat'ın teori üretmedeki yaratıcı kaabiliyeti sayesinde kısa sürede, İngiltere, Belçika ve İsviçre merkezli federasyon ve konfederasyonları unutturacak yeni bir virajı almış, demokratik cumhuriyet konseptinde talepler; "kulübede eğitim" ve "cızırtılı olmak kaydıyla radyoda müzik" dediğim çok daraltılmış bir düzeye indirilmişti. Bu arada Zat, Ecevit-Bahçeli-Yılmaz üçlüsünün himmetine mazhar olmuş, idamdan kurtulmuştu.. Bahçeli, Zat'ı affediyordu! Bunu kim izah edebilir? Elbette ki devlet politikası Devlet Bahçali'yi aşmıştı.. ZAT, "DEVLET-İ EBED MÜEBBED"E LAZIMDI. Ama hala bazı şeyleri saklayabiliyorlardı (Türk Devleti ile Zat). Plan gerçekten bazan inandırıcı olacak çıkışları da içeriyordu. Bu çıkışlar bir sakız gibi ağızlarda dolaştırılırken, beri taraftan Turaniler malı götürüyorlardı..
İşte bu aşamada ABD ve Avrupa'da terör listeleri devreye girmeye başladı. Bu listeler PKK'yi Kürt Milleti'nin nezdinde mazlum duruma sokuyordu. PKK buna karşılık bir yandan kitle gösterileri ve diplomasi alanında sıkı bir mücadele başlattı. Fakat bu yetmiyordu. Listeden kurtulmak için bazı değişiklikler gerekiyordu. Zat'ın talimatıyla KADEK Projesi devreye girecekti.. ( devam edecek)
2005-03-19
Gorusunuz