Kemalizm ve Türkleştirme politikaları

Tümüyle Kemalizm'i ele almak lüzumsuz bir şekilde okurun dikkatini dağıtmak anlamına geleceğinden, ben burada biz Kürtler açısından bu konseptin ne anlama geldiğini açacağım. Bu yazının herkes tarafından okunacağını umarım (ki herkes ne anlama gelir bunu konumuz açısından biliyorsunuz).
Bilindiği gibi Kürdistan'da büyük bir ayrışma yaşanmaktadır. Bilhassa PKK'deki iç mücadele sonucu gerçekleşen bu ayrışma, sürece damgasını vuracak kadar ideolojik ve stratejik politika değişikliği gibi sonuçları da birlikte getirmiştir. Bunun merkezinde İmralı'nın Kemalizm değerlendirmesine getirdiği yeni yorum oturmakta, partideki ayrışma öz itibariyle bu çerçevede yaşanmaktadır. Bu ayrışma oldukça temelli ve belirleyici, ama Kürt Sorunu için büyük vakit kaybettirici, bazıları için moral bozucu bir ayrışma olması itibariyle hafife alınamayacak bir ayrışmadır.
Geçmişte ve günümüzde Kürtler açısından Kemalizm, asimilasyonun, katliamın, kişiliksizleştirmenin, utancın yani kısacası büyük bir yabancılaştırma olan Türkleştirme'nin ideolojisi olarak algılanmalıdır. Mustafa Kemal, Osmanlı'nın yıkılışından sonra elde kalanlarla bir ulus yaratmanın, saf ırk aramaktan çok, eldekileri bir pota içinde ve zorla eriterek yeni bir Türk Ulusu yaratmak olduğunu anlamıştı. 1924'deki anayasadan beri bu böyledir. Bu anayasanın 88. maddesi; " TÜRKİYE ahalisi DİN ve IRK farkı olmaksızın VATANDAŞLIK itibariyle TÜRK itlak olunur." derken biz aslında başka delil aramak durumunda değiliz.
Kemalizm, milliyetçilik ile ilgili tezlerinin temellerini Ziya Gökalp'ın geliştirdiği ve görünüşte ırkçılığı esas almayan, ama yeni bir ırk gibi hareket edenleri oluşturma operasyonu olarak algılanabilecek olan "Türkçülüğün esasları" konseptinden alır. Pek çok Türk yazarı, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren bu esasların CHF'nin (sonradan CHP) resmi programı haline geldiğinde hemfikirdir. Atatürk de, bu durumu, "Vücudumun babası Ali Rıza Efendi, fikrilerimin babası Ziya Gökalp'tir." diye izah etmiştir. Bu konseptin özetini, Ziya Gökalp şu belirlemede verir:
"Atlarda şecere aramak lazımdır. Ancak, insanlarda ırkın sosyal hasletlere tesiri olmadığı gibi, şecere aramak doğru değildir. Bunun aksi bir yol tutarsak, memleketimizdeki münevverlerin ve mücahitlerin birçoğunu feda etmek gerekir. Bu mümkün olmadığına göre, Türk'üm diyen her ferdi Türk tanımaktan, yalnız Türklüğe hıyaneti görülenler varsa, cezalandırmaktan başka çare yoktur" Bu görüş Atatürk tarafından, "Ne mutlu Türk'üm diyene" şeklinde ifade edilmiştir. Bu öyle göründüğü kadar basite alınacak bir açılım değildir. Köklerine inersek, Ziya Gökalp'in "hars milliyetçiliği" veya bugünkü Türkçe ile "KÜLTÜR MİLLİYETÇİLİĞİ"ne varırız. Tıpkı İmralı'dakinin KENDİSİNİ TARİF ETTİĞİ GİBİ. Bu kavramnın derinliğine şimdiye kadar hiç inmedik ve kaynağınını hiç araştırmadık. Bu bakımdan suçluyuz. Çünkü bu kavramı meşrulaştırmaya çalışmak bile doğrudan doğruya ve HİÇ BİR KUŞKUYA YER BIRAKMAMAKSIZIN, KÜRT MİLLETİ'NE, KÜRTLER'İN VARLIĞINA İHANETTİR!
Evet yukarıda da değindiğimiz gibi Atatürk Milliyetçiliği, Ziya Gökalp'in "kültür milliyetçiliği" kavramına dayanır. Buna göre Türk Devleti'nin üstünde yükseldiği topraklar yüce Türk Milleti'nin topraklarıdır. Türk Milletini var eden ve yaşatan unsur ise kültürdür. Dolayısıyla Türk Milleti'nin bir parçası olmak için, etnik olarak Türk olmak şart değildir. Türk kültürünü benimseyen ve kendisini Türk addeden herkes bu milletin bir parçasıdır. Ama o yine doğru saptamalarda da bulunuyor ve Türkler'in Osmanlı döneminde bir millet gibi hareket edememesinin aşağılamalara yol açtığını saptıyor:
"Bizim milletimiz, milliyetinden habersiz oluşunun çok acı cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki çeşitli kavimler, hep milli esaslara sarılarak milliyet duygusunun kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi tahkir ettiler, aşağıladılar. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti, hissen, fikren, fiilen bütün hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler, başka milletlerin avıdır."
Tam tamına doğru olan şey, bana göre yukarıdaki son cümledir. Biz Kürtler'in Lider diye yuttuğumuz Zat, tam da bize bu gerçeği unutturmaya çalışıyor. Kürt Milliyetçiliği'ne getirdiği ambargonun sebebi, Kemalizm'e, şekli ne olursa olsun, tam olarak kapılmış olmasıdır. Kürt artık bir millet olmaktan çıkarılmak ve BAŞKA MİLLETLERE BİR AV HELİNE GETİRİLMEK İSTENMEKTEDİR. İşte çelişki buradadır; Millet olarak kişiliğimizi bulma veya başka milletlere av olma…İmralı bizi av olmaya zorluyor ve bunu bir plan dahilinde yürütüyor.
Bu planda ilk öne çıkan hedef, Atatürk'ün belli bir zaman kesitinde, "Kürt Dostu" olduğunu, ancak bunu Kürtler'in bozduğunu yutturmaktır. Kültür Milliyetçiliğini benimsetmenin yolu elbette o milliyetçiliğe karşı direnebilecek alternatif milliyetçi hareketleri çürütmek, karalamaktır. Türkler bunu dıştan kendi başlarına yapamayacaklarını biliyorlar. Çünkü onlar Kürtler'e yabancıdırlar. Bu karalama bir Türk'ten geldiğinde elbette dirençle karşılanacaktı. İçten, Kürtler'e içten vuracak birine ihtiyaç vardı. Bu öyle biri olmalı idi ki, Kürt Halkı şaşkına da uğrasa onu dinlesin.. İşte İmralı bu uğursuz role gönüllü olarak soyunmuştu. Lider'di. Ardında güçlü bir kitle vardı. Basını, TV'si de vardı. Sokakların kontrolu, paranın kontrolu ve legal siyasi oluşumun konrrolu bu Lider'in elindeydi. Dağlarda ve bayırlarda kuvvet bulundurmak da cabası.
İşte bu İmralı Atatürk'ü öne çıkararak yavaş yavaş Kürtlerin beyinlerine işlemeye başladı. Alternatif de çıkmıyordu. Çıkan ise zayıftı ve hemen kısa bir karalama kampanyası ile vebalı gibi bir hale getiriliyor, tecrit ediliyordu. Bu durumda fütursuzca, ama planlı bir şekilde zehrini şırınga etmeye başladı ve bu noktaya gelindi.. İşte bu Zat "1920'li yılların Mustafa Kemali"ni bize "doğruları yapan biri olarak, Kürt'e karşı olmayan biri olarak sunuyor.. Yani 1920-1930 arası. Şimdi pratikten örnekler vererek bu yalanı deşifre edelim..
Kemal Paşa daha henüz 1922'de bile, Tüğrkçülüğünün ıspatı olan ve üstünde bozkurt resmi bulunan pulları tedavüle çıkartmıştı. Bunun anlamı daha henüz cumhuriyet bile kurulmadan Türkçülüğün sembol olarak kabul ettiği bir işaret resmen kabul edilmişti. 1923'te ise Ziya Gökalp'in Türkçülüğün esasları rehber alınmış, CHF'nin programına temellik etmişti. 1924'ün sonunda Kürtçe yasağı başlamış, Kürtçe her kelime için 25 kuruş ceza kesilmeye başlanmıştı. 1925'de "Şark İslahat Planı" yürürlüğe kondu. 1925'te "maarif vekaleti (Milli Eğitim Bakanlığı) armasına bozkurt işareti girdi. 1926'dan itibaren Kemal Paşa'nın masasını artık bir bozkurt heykeli süslüyordu. 1927'de "Bazı Kişilerin Doğu İllerinden Batıya Nakline Dair Kanun" kabul edildi, sürgünlere hız verildi. Aynı yıl ilk bozkurtlu para tedavüle girdi. Bu arada Kürdistan harita üzerinde parçalara bölünerek teker teker üstlerine asker yollandı, liderler yok edildi, insanlar evsiz bırakıldı. 1944'e kadar süren bir zaman diliminde ise Harb Okullarına Türk Irkı'ndan olmayanlar alınmadı.. vs..
Yukarıdaki özetin özeti bile ne kadar korkunç bir aldatma işlemine tabi tutulduğumuzun işaretleri ile doludur. İşte bunların ışığında asimilasyon hakkında delilleri ile yazacaklarımız daha kolaylaşıyor. Çünkü niyet artık ortada. Oysa İmralı bunları, tabii asimilasyon diye niteleme eğiliminde.
Asimilasyon konusunda en önemli adım "tevhid-i tedrisat kanunu"dur. Öğrenimin tek elden, devlet eliyle ve yönetmeliklerle zapt-u rapt altına alındığı bu kanunla Kürtçe yapılan dini eğitim de yasaklanmış, özel okullar belli izinlere tabi tutulmuştu. Bundan sonraki adım, Kürdistan'a hep Türk memurların atanmasıdır. Ayrıca askerlikte Kürtler Türk bölgelerine, Türkler Kürdistan'a gönderiliyor ve bir karışım yaratılmaya çalışılıyor. Sonraki adımlardan biri çok daha ciddi olmuştu; "yatılı bölge okulları".. Yatılı ilkokuldan ilk kez 1926'da çıkarılan 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun'da söz edilmektedir. Burada amaç çocuğu ailesinden koparmak suretiyle asimile etmek ve daha sonra doğduğu yere gönderilerek asimilasyonda bir truva atı olarak kullanmaktı. Pazarın ve üretimin de asimilatör bir rol oynamak suretiyle devreye girmesi ise kendi rolunu oynamıştı..
İşte böylesine sistemli bir saldırı harekatı olan Kemalizm'i hala benimsiyen Kürt varsa diyecek hiçbir şeyim kalmaz..

2004-12-11




Gorusunuz