Ä°hanet, Ä°hanet kader mi?

"İhanet", Kürdistan'ın siyasi arenasında en çok kullanılan kelimedir. Kim, nerede, kiminin işine gelmeyen bir laf bile etmişse, o, ertesi gün damgası ile birlikte dolaşmak durumundadır. Partiler hain, gruplar hain, tek tek insanlar hain. Eğer ağızlardan dökülen lafların tümünün gerçek olduğunu farz edersek, ülkemiz bir hainler tarlasına dönüşür. Bundan sakınmak gerekmez mi? Elbette gerekir. O halde ne yapmalıyız ki bu genel damgayı daha az kullanılır hale getirelim?
Bana göre öncelikle kitlenin kendisini, karşılıklı etkileşim prensibini gözönünde tutarak, eğitmesi gerekir. Burada hedefimiz ihaneti tarif edecek duruma gelmektir. Ben bu yazımda genelleme yapmadan Kürdistan'a ihaneti tartışacağımıza göre bu çeçevede düşünecek, bazı kırmızı çizgiler geliştirmeye çalışacağım. Bu çizgileri sizin değerlendirmenize sunacak, daha da mükemmel hale getirmek için üstünde toplu olarak düşüneceğiz. İhaneti tartışmaya başlamamıza rağmen, hala bu kelimeyi kime karşı, hangi kırmızı çizgiler aşıldığında bu kelimeden türetilen sıfat, yani hain sıfatı ne zaman hak edilir, hala tartışmış değiliz..
Bunun için Kürdistan deyince ne anlıyoruz, onu çok kısa bir şekilde ortaya koyalım: Kürdistan üç ayrı kültüre mensup, üç ayrı dil konuşan insanların tabanlık yaptıkları dört devlet tarafından İLHAK EDİLMİŞ, SÖMÜRGE STATÜSÜ BİLE TANINMAYAN BİR ÜLKEDİR. Üç ayrı ırktan gelen, Kürtler'e yabancı üç ayrı dil konuşan bu üç ayrı MİLLET, ARALARINDAN ÇIKAN BAZI İSTİSNA ŞAHSİYETLER HARİÇ, MİLLET OLARAK (yani Türk, Arap veya Fars olarak) KÜRTLER'İN VARLIĞINI KABUL ETMEMEKTE, onları utanılacak yaratıklar olarak görmektedirler. Cumhuriyet döneminde Türkler, kendim de maruz kaldım, bir cemaatte "Kürt" kelimesini kullandıklarında ardından hemen "haşa" kelimesini kullanır hale gelmişlerdir! Bir tek bu gerçeğin bile üstünde düşünmek ciltler alacak yazılar yazmayı beraberinde getirir.. Bu milletlere mensup tek tek şahıslar düzeyinde bile Kürdistan diye bir ülke yoktur (SİZ İRAN'DAKİ UYDURUK KÜRDİSTAN EYALETİ'NE BAKMAYIN). Kuzey Irak, Kuzey Suriye, Doğu ve Güney Doğu Anadolu, Batı İran vardır.. 500 bin kilometrekarelik koskoca bir ülke kayıp.. Utanç vericinin de altında bir durumda "yaşıyoruz". İhanet'in ortak bir tarifine varmak ve kırmızı çizgilerimizi saptamak için bu gerçeği, "ama"sız bir şekilde, içimize sindire sindire his etmeliyiz. Ulus olarak aşağılandığını, yok sayıldığını, kültürünün talan edildiğini, tarihi değerlerinin çarçur edildiği, bu değerlerin hırsızların elinde oyuncak haline geldiğini iliklerine kadar his etmeyen kişiler, emin olunuz ki bir şekilde asimilasyon şarabı ile sarhoşturlar. Sağlam kararlara varamazlar. Düşman ile ilişkilenmek için hep gerekçeleri olacaktır. Bir gün Türkiyelidirler, bir başka gün Ortadoğulu.. Böyle birileri, kafa yapılarındaki sapma dolayısıyla ülkelerindeki fiili tecavüzü bilinç altında tabii gördükleri halde, mesela Irak'a veya Türkiye'ye yönelik dış tehditlere tepkilidirler.. Irak'ı, Suriye'yi, İran'ı, Türkiye'yi ve Ortadoğu'yu Kürdistan'dan önce vatan bilen bir zihniyet elbette iliklerine kadar çamura batmıştır. İğrenç bir kabullenme içindedir. Hele bu zihniyet sahipleri belli bir gücü ellerinde tutuyorlarsa.
Bu durumda Kürt Kişiliği ezilmiş, en ufak bir el uzatma, bir Kürt kelimesinin dahi hakim ulus mensuplarından birileri tarafından telafuz edilmesi bile hayranlıkla karşılanmış, bu kullanımdaki saptırma dahi kutsanır hale gelmiştir. Düşman, Kürt ekonomisinin ilkellikten modernliğe geçmesini, yani en alt düzeyde bile ulusal sermayenin oluşmasını engellemek suretiyle artan nüfusun geçim için hakimlerin metropollerinde ekmek peşine düşmelerine, dolayısıyla "tabii asimilasyon" denilen iğrenç cendereye sürüklenmelerini sağlamıştır. Bu arada açılan bölge yatılı okulları, radyo ve ardından TV, hakimlerin dilinde yapılan zorunlu öğrenim bu asimilasyonu daha da hızlandırmıştır. Kürt artık Kürtlük'ten utanır duruma getirilmiştir. Şöhret basamaklarını sesleri veya fizikleri sayesinde, ama hakim uluslara hizmet temelinde yükselenler, "hangi millettensin" anlamında sorulan "nerelisin" sorusuna, Kürt'üm veya Kürdistan'lıyım, demek yerine, "ben doğu kökenliyim", "ben kuzey kökenliyim" der duruma düşmüşlerdir. Kendisinden milliyetinden utanmak gibi bir kafa yapısından daha büyük bir düşkünlük olabilir mi? Her türlü iğrençlik bize reva görülmüş, bizim tarafımızdan ise her türlü iğrençliği kabullenen bir ruh hali edinilmiş, lider geçinen düşkün ruhlar bile avukatları vasıtasıyla bu durum pompalanmış; "ben tabii asimilasyona karşı değilim" diyecek kadar düşebilmişlerdir... Ey balık, sen neden hep baştan kokarsın?
İşte bütün bunları toplam olarak gözönünde tuttuğumuzda, Kürdistan'da ihanetin kırmızı çizgileri yavaş yavaş belirginlik kazanmaya başlar. Kürt'ün bu kadar iğrenç bir duruma düşmüşlükten kurtulması için herşeyden önce kendisi olması gerekir. Kendisi olması için tarih sahnesine çıkmasından başka çaresi yoktur. Bunun için EKSİKSİZ BİR ŞEKİLDE KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKINI SAVUNACAKTIR. Kürdistan'ın özelinde bu hak, Birleşik, Bağımsız bir Kürdistan'ı da kapsayabilir. Bu hakkı savunmayanın, bu hakka karşı duranın Kürdistan'da önderliğe soyunması, bu hakkı savunmayanların Kürdistani bir partide öncü rol oynamaları onaylanamaz. PKK "Bağımsız Kürdistan" sloganı ve programı ve silahlı mücadele fiili ile ortaya çıktığında Kürt Milleti'nin ezici çoğunluğu herşeyi ile bu programı destekledi. Ulusumuzun en değerli evlatları silah altına girdi, şehit oldu. Bunlar elbette bir kişiye aşık oldukları için değil, bir amaca aşık oldukları için vatanlaştılar. Yani Kürt Ulusu bağımsızlık için, kendi kaderini tayin hakkı için canını malını ve evlatlarını vermeye hazır olduğunu göstermiştir. Bu bir ihtiyacın göstergesidir.
Buna göre artık ilk kırmızı çizgimizi rahatlıkla çizebiliriz: Kendi kaderini tayin hakkı Kürt Milleti'nin en vazgeçilmez hakkıdır. Bu hakkı yok saymak kesinlikle Kürt Milleti'ne ihanettir. Bu hakkı nasıl kullanacağına yine kendisi karar verir.
Kürt Ulusu, tarihine kıskançlıkla bağlı olmazsa, kendi kaderine sahip çıkması da mümkün olamaz. Bu tarih ve bu tarihte rol oynayan şahsiyetler başka ulusların tarihine ve başka uluslardan şahsiyetlere feda edilemezler. Hele bu ulus ve şahsiyetler ezen ulustan olursa bu asla ve asla düşünülemez. Kürt Tarihi'ni ve geçmişteki Kürt şahsiyetlerini karalayan biri veya bir organizasyon, kim ve ne olursa olsun bağışlanamaz. Bu karalamada amaç, eğemen inkarcı devleti şirin göstermek ise, bu su katılmamış bir ihanettir. Asimilasyona çanak tutmaktır. Beyaz katliama katkıdır. İkinci kırmızı çizgimiz; Kürt Tarihi'ne bir bütün halinde sahip çıkmaktır. Hatalar elbette ortaya serilecek ve dersler alınacaktır. Ama o tarih ve o tarihi kişilik BENİMDİR. Kürt Tarihi'ni başka ulusların tarihini benimsetmek için feda etmek kabul edilemez.
Kürt Milleti 1918'de büyük bir fırsat kaçırdı. Bu fırsatı, yanlış zamanda yanlış tarafı tutması ile kaçırdı. Eğer Tarihten ders aldım diyorsak, bugünü o günler ile iyi mukayese etmek ve bu sayede doğru tavır almak durumunda olacağız. Şu anda Güney'de çok esaslı bir fırsat doğmuş, Güneyli kardeşlerimiz bu fırsatı doğru değerlendirerek, doğru zamanda doğru tarafta bulunmuş, bu duruşunu itttifak ile taçlandırmıştır. Güney şu anda çok kritik bir aşamadan geçmesine rağmen, oldukça elverişli şartlar sağlamıştır. Geleceğe güvenle bakmaları için çok sebep sayılabilir. İşte Güney'in ABD ile geliştirdiği bu ittifaka, "Ortadoğu Halkları'na zarar verir" gerekçesi ile karşı çıkmak apaçık bir ihanettir. Bunu altını çizerek, Türk Solu'nun gözünün içine soka soka haykırıyoruz. Daha da genele çevirirsek, Kürt Milleti'nin bölge dışı güçlerle ittifak geliştirmesine karşı çıkmak üçüncü kırmızı çizgiyi ihlaldir. Egemenlere hizmettir.
Bilhassa son zamanlarda belli bir odak ve onun kuyruğundaki bazı şahsiyetler Kürt Ulusu'nu bazı taahhütleri ile uluslararası hukuk açısından, bilerek veya bilmeyerek, bir çıkmaza sokmaya çalışmaktadırlar. Bu çok ömenlidir, es geçilemez. Son AB kararları ve bu kararlardan sonra ortaya çıkan tartışmalarda üç ayrı çizgi ortaya çıkmıştır. Birincisi; "Kürtler asli unsurdur, cumhuriyetin kurucu asli unsularıdırlar. Bu çerçeveden bakılarak cumhuriyet'in kuruluş aşaması gözönüne alınarak Kürtler'in hakları verilmelidir." Bu bakış açısı kabul edilirse "Türkiye cumhuriyeti" gibi adı dahil, herşeysi Türk olan bir oluşumda, bu "Kürt Büyükleri" bazı hak kırıntıları dilenmektedir. Zaten bu bunun çerçevesi de ilgili kişi tarafından çizilmiştir. "Türkiye Milleti'ndenim", "Resmi dil Türkçe'dir", "Her türlü federatif yapıya karşıyım".. "Sadece mahalli yönetimler düzeyinde bir şeyler yapılsa yeter"! İşte birinci felaket çizgi budur. İkinci çizgi; "Kürtler bir azınlık olarak kabul edilmeli" çizgisidir. Bu çizgi de "ülkesi Kürdistan" olan Kürt Milleti'ni durup dururken ne idüğü belirsiz bir azınlık statüsüne mahkum etmektir. Bu da aynı çevrelerin bir kesimi, ama dışta kalan destekçi kesimi tarafından desteklenmektedir. Bu çizgilerin ikisi de uluslararası hukuk açısından bizi taahhüt altına sokar. Hele bu çizgileri sözde seçilmiş Kürtler savunuyorsa işin rengi daha da değişir ve ihanete dönüşür. İşte biz buradan üçüncü çizgiye geliyoruz: Kürt Halkı, Kürdistan denilen 500 bin Kilometrekarelik bir ülkede yaşayan bir millettir. Onun millet olma gerçeğini yadsımak ihanettir. Bu dördüncü kırmızı çizgimizdir..
Bunları sizin gerçekçi katkılarınızla daha da sağlam temellere oturtabiliriz. Şimdi Soruyorum, İhanet merkezini, yönetic,ler düzeyinde, tanıdınız mı? Unutmayınız bizim tabanla işimiz yoktur.

2004-11-27




Gorusunuz