Temel Kavramlar-II, Kürt Sorunu
Ermeniler ile iki komşu ulustan biri olan Kürtler bu uğurda çok iyi örgütlenmiş, 1918 yılında tüm önemli Kürt önderlerinin içinde yer aldığı Kürt Teali Cemiyeti'ni kurmuşlardı. Bu cemiyetin saptanabilen 167 üyesi, tüm Kürdistan'ı temsil edecek bir güce ve dağılıma sahiptiler. Başkanlığını 1880 yılındaki Kürt ayaklanmasının lideri Seyyid Ubeydullah'ın oğlu Seyyid Abdulqadir'ın yaptığı cemiyetin ikinci başkanlığını 1840'lı yıllarda ayaklanan Bedirxan'ın oğlu Emin Ali Bedirxan, üçüncü başkanlığını hariciye vekili Sait Paşa'nın oğlu Süleymaniye'li Ferik Fuat Paşa yapıyordu. Bunlar gibi Kürdistan'ın en önemli ve temsil gücü olan şahsiyetlerinin yer aldığı bu cemiyet gerçek bir öneme sahipti ve Kürt Ulusu'nun ulusal arzularını dile getirmeye yetkili tek organdı.Unutmamalı ki bu cemiyetin kuruluşnada, Wilson prensiplerinin ve Savaş sırasında Batılı Müttefik devletlerin verdiği umut ve teşvik çok önemli ve diyebiliriz ki belirleyici bir rol oynamıştır. Bundan dolayı Kürtler'in daha sonra yaşayacakları büyük katliamlarda bu devletlerin büyük sorumluluğu vardır. Cemiyet, 10 Ağustos 1920'de imzalan Sevr antlaşmasında Şerif Paşa tarafından temsil edilmişti. Uzun tartışmalar ve Kürtler ile Ermeniler'in işbirliğinin de etkisiyle, sonunda Kürdistan'la ilgili maddeler Sevr'de şöyle yer almıştı:
b) kürdistan
Madde 62- Fırat'ın doğusunda, ileride saptanacak Ermenistan'ın sırının güneyinde ve 27. Maddenin II/2. ve 3. fıkralarındaki tanıma uygun olarak saptanan Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtler'in sayıca üstün bulunduğu bölgenin yerel özerkliğini, iş bu anlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak altı ay içinde, İstanbul'da toplanan ve İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinin herbirinin atadığı üç üyeden oluşan bir komisyon hazırlanacaktır. Herhangi bir sorun üzerinde oybirliği olmazsa, bu sorun komisyon üyelerince bağlı bulundukları hükümetlerine götürülecektir. Bu planı, Süryani-Keldani ile, bu bölgelerin içindeki öteki etnik ve dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvenceler de kapsayacaktır; bu amaçla İngiliz, Fransız İtalyan İranlı ve Kürt temsilcilerinden oluşan bir komisyon incelemelerde bulunmak ve iş bu antlaşma uyarınca, Türkiye sınırında yapılması gerekebilecek düzeltmeleri kararlaştırmak üzere bu yerleri ziyaret edecek.
Madde 64- İş bu antlaşmanın yürürlüğe konuluşundan bir yıl sonra, 62. maddede belirtilen bölgelerdeki Kürtler, bu bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye'den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Kongresi'ne başvururlarsa ve konsey de bu bağımsızlığı onlara tanımayı Türkiye'ye salık verirse, Türkiye, bu tavsiyeye uymağı ve bu bölgeler üzerinde bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçmeyi şimdiden yükümlenir.
Bu vazgeçme gerekirse ve gerektiği zaman, Kürdistan'ın şimdiye dek Musul ilinde kalmış kesiminde oturan Kürtler'in, bu bağımsız Kürt devletine kendi istekleri ile katılmalarına, başlıca müttefik Devletler'ince hiç bir karşı çıkışta bulunulmayacaktır."
Bu antlaşmanın önemli iki yönü şudur:
1- Antlaşma Kürt temsilcinin bulunduğu bir uluslararası barış konferansında, Türk tarafının da hazır bulunduğu bir çerçevede doğmuştur. Buna göre Sevr, Kürt tarafının Türk tarafı ile eşit şartlarda ve kendi taleplerini serbestçe dile getirerek tartıştığı tek platformdur.
2- Antlaşmada Kürdistan terimi açık bir şekilde yer almıştır, ki bugünkü Türk devleti bu terimi şiddetle red etmektedir. "Kürdistan" teriminin bu antlaşmadan sonra imzacı devletlerce reddi anlamsız ve adil olmayan bir davranış olur.
c) mustafa kemal atatürk ve kürt sorunu
Sevr Antlaşması Rusya'da Bolşevik İktidarı'nın pekişme yolunda olduğu Brest-Litovsk antlaşması(1918) ve onun yerine geçen Versay (1919)antlaşmalarının gölgesinde kalmıştı. İngiltere, muhtemelen yeni doğan Marksist devletin genişlemesinin önüne bazı setler çekme eğiliminde olmalı ki Mustafa Kemal hareketine hemen çok az tepki gösterdi. Buna Grekler hariç diğer müttefikler de dahildir. Fransa ve İtalya Kürdistan ve Anadolu'dan savaşsız ayrılmış, Lozana'a giden yolu sonuna kadar açmişlardı. Buna Genç Rus Devleti de dahildi (Leninakan-Gümrü antlaşması). Artık Lozan'a uzanan yolun başından sonuna Kemal denilen generali görüyoruz.
Türk Devleti'ni en aşağısından Anadolu kesimi itibariyle ele geçirmeye çalışan Mustafa Kemal, oradaki halkları ve özellikle Kürtler'i padişahın tayin ettiği hükümetle işbirliğine girmekten alıkoymak için türlü taktikler geliştirmek zorundaydı. Kürtler'in dini duygularının güçlülüğünü çok iyi bilen bu Osmanlı Paşası, bir dizi halinde ziyaretler geliştiriyor, önemli Kürt aşıretlerinin liderlerine telgraflar çekiyor, "Kongre" adını verdiği önemli toplantılar düzenliyordu. Bu kongreleri meşrulaştırmak için kendisi gibi Osmanlı Paşalığı ünvanına sahip eski arkadaşlarına da telgraf üstüne telgraf çekiyordu. Bu telgraflarda ana temalar; Türk-Kürt birliği, müslümanların arasına nifak sokmamak gibi, İngiliz oyunu, İstanbul hükümetinin komplocu karekteri temalardı. Mustafa Kemal çok kurnaz bir politikacı olduğunu bu ikna telgrafları ile ıspat ediyordu. Bir yazımda Mustafa Kemal'i iki ayrı dönemde iki ayrı karekter olarak sunmuştum. biri 1922-23 öncesi Mustafa Kemal, Kürt Surunu'na deklere ettiği bakış açısıyla "ilerici" Kemal Paşa, diğeri ise inkarcı, faşist Atatürk. Aslında her ikisi de aynı şahıstır, aynı kişiliktir. Moral değerleri sıfır, Türk Ulusu dışındaki tüm ulusları hiçe sayan bir kişilik.. Bilhassa, 1915-1924 yılları arasında Ermeni ve Asuri-Süryani-Nasturi soykırımındaki rolu ve 1925-1938 Kürt soykırımının mimarlığı özel olarak incelenmesi gereken bir ustalıkla yürütülmüştür.
1924 Yılı'nda Mustafa Kemal işini bitirmiş, Osmanlı ülkesini Türkiye Cumhuriyeti'ne çevirmiş biri olarak artık çok güçlüydü. Ne Kürtler'in bağlılıklarını kullandığı halifet-ül İslam'ı bırakmıştı, ne de Osmanlı uluslarının birliğini temsil eden padişahı.. Tek güç ondaydı artık. Ağzından çıkan kanundu. Kürtler'e hiç bir ihtiyacı kalmamıştı artık. Onları tasfiyenin zamanı gelmişti.
Bu duruma ilk toplu itiraz, Rizgari Dergisi'nin deyimiyle, ilk silahlı miting 1925'te gelişti. Cevap seri ve kesin oldu: Hayır. Bu hayır Amed'de kurulan darağaçları ile tebliğ edildi. Sonra bir dizi katliam geliştirildi. Ardından ikinci büyük itiraz bu kez Agıri'de yükseldi. Yeni itiraz daha güçlüydü. Ama Türk Devleti, İran ve Sovyet dostları ile birleşerek bu kez de itirazı red ettiler. Son itiraz çok geç kalaraktan Dersim'den yükseldi. Büyük bir katliam ve Xarpêt'te kurulan darağaçları bu itirazın da reddinin işaretiydi.
Mustafa Kemal ve takipçisi İnönü bir yandan bu fiziki temizliği sürdürürken, öte yandan da müthiş bir psikolojik savaşım eşliğinde Türkler'in uluslaşmasını sağlamaya çalışıyor, bu uğurda Güneş-dil teorisi, Türk Tarih tezi gibi içeriği oldukça tuhaf teoriler üretiyorlardı. Bu arada Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu adlı kurumlar oluşturarak hem yer yer uyduruğa kaçan yeni bir dil, hem de neredeyse tamamiyle uyduruk bir Türk tarihi yaratacaklardı. Burada baş hedeflerden biri Türk Aydınları'nın, Batı dünyası karşısında duyduğu aşağılık duygusunu yenmek, Osmanlı Devleti döneminde her hal ve kârda aşağılanmış olan "Türk" insanına yeni bir şekil vermek iken, ondan da aşağı kalmayan diğer hedef ise yeni Türk Devleti'nin sınırları içinde kalmış olan Kürt, Laz, Çerkez gibi müslüman ulusları tamamen zora dayalı metodlarla asimile etmekti. Böylece asıl büyük amaçlarını, yani Büyük Türk Ulusu rüyasını gerçekleştireceklerdi.
Türk Devleti'ni yöneten yeniden şekillendiren Kemalist klik bu amacına ulaşmak için öncelikle Kürtçe, Lazca veya Çerkezce gibi önemli dilleri konuşmayı yasakladı. Okullarda Kürtçe konuşmayı engelleme kolları kuruluyor, bölge yatılı okullarındaki genç beyinler geçmişlerine yabancılaşacak, ailelerinden utanç duyacak şekilde eğitiliyorlardı. Halk arasında ise, o zamanın parası ile, Kürtçe konuşulan her kelime için 25 kuruş ceza kesiliyordu, ki bu çaptaki bir parayı bazan bütün bir köy toplayamıyordu. Ama Kürtçe yasaklanmalıydı. Çünkü I. Türk Dil Kurultayı'nda söylendiği kadarıyla; "…Şüphesiz medeni olmayan kabileler tarafından konuşulan diller matlup değil"di.. O halde bu diller tarihten silinmeliydi. Yasaklanmalı, Osmanlı'nın düştüğü hataya düşülmemeliydi; "…Osmanlı Devleti zamanında da aslen Türk oldukları halde, lisan serbestisi bırakılmış olan Kürtler, Lazlar, Çerkezler bu serbesti tesiri altında zamanımızda da bırakılmış olsalardı, dilimizin bütünlüğü için bir gerilik kaydedilirdi."
"Kürdistan" sözcüğü bir tek emirle yasaklanmıştı. yerine, kendi içinde bölünmüş bir terim olan " Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi" terimi kondu. Ülke bir tek emirname ile yoklara karıştı. Bu adı kullananlar yerine göre idam sehpasına bile çıkarıldı. Kürt Ulusu da yoktu artık. Bir ülke, üstünde yaşayan halkı ile birlikte birdenbire yoklara karışmıştı! Hayletti sanki.. Ülke ilhak edilmiş, bazı vilayetlere ayrılarak Türkleştirilmişti. Yer adları da değiştiriliyordu.
Mustafa Kemal Türkiyesi, bir yandan Kürt Dili'ni yasaklarken, öte yandan da Kürt Halkı'nı küçümseyici deyimler geliştirerek, Kürt okumuşlar takımının ve yeni yetişmekte olan neslin Kürtlük'lerinden utanmaları sağlanmaktaydı. Bölge yatılı okullarına doluşturulan genç dimağlara her gün Türk'ün yüceliği aşılanıyor, evdeki ana ve babasından utanması için her şey yapılıyordu. "Kuyruklu Kürt" artık medeni Türk haline gelecekti.. Açılan köy okullarında Kürtçe konuşmayı yasaklama kolları kuruluyor, çekirdekten yetişme muhbirler yaratılarak, ta çocukluk çağlarından itibaren Kürtçe konuşmanın başa bela açacağı kafalara işleniyordu. Bu arada Şeyh Sait, Seyit Riza gibi önderlerin "gericiliği", "eşkiyalığı" çivileniyordu adeta belleklere. Yeni bir Kürt tipi yaratılıyordu kısaca.. Ölü olarak kabul edilen, Ağrı Dağı'na gömdükleri Kürtlük mefkuresinin düşmanı, yeni ve köle bir Kürt tipi.. Kendi kendisine düşman bir uceba..
Mesele, yani Kürt Meselesi bütün bu tedbirlerle uzun bir vade için hal edilmiş gibi göründü. Ama Kürt duruyordu, Kürdistan duruyordu. İtiraz nasıl olsa yine doğacaktı. İşte asırlarca taşınan bu itiraz ve red potansiyeli, Kürt Sorunu olarak bugün de önümüzde duruyor. Peki uluslararası hukukta bu meselenin kurallara bağlanmış bir çözümü yok mu? Biraz da buna bakalım. Çünkü bunun da psikolojik savaşım ile sıkı ilişkisi vardır.
2004-10-30
Gorusunuz