Güney: Diplomasi, tehdit ve sıcak mücadele
Bana PKK yanlılarından gelen bazı ulusal görüş ağırlıklı e-maillerde neden halka mal olmuş bir lideri karaladığım soruluyor. Onu başa çıkarmak istediğimi vurgulayanlar da var. Bu mail sahipleri, bir yanlış varsa hep birlikte düzeltelim, yıkmayalım diyorlar.. Buna ben de katılmış ve iki sene elimden geldiği kadar uğraşmıştım. Kuzey'in emekle ve kanla gelişmiş olan en büyük organizasyonu hakkında yazarken kesinlikle acı çekiyorum. Yineleyeyim, ben partilerin geçici, Kürdistan'ın görece olarak kalıcı olduğunu biliyorum ve Kürdistaniliği esas alıyorum. PKK'nin içine sürüldüğü yeni yolun Kürdistan'a zarar verdiğini her vasıtaya başvurarak anlatmaya çalıştım. Ne yaptıysam olmadı. Sonuçta bir darbe gerçekleştirildi ve böylece değişim umudu epey geriledi. Tabii ki "yazılarını okurken şok oldum" diyenler de çıkıyor. Anlaşıldığı kadarıyla bunlar süreci benim takibettiğim ağırlıkta takip etmemişler.. Söz konusu mektupların sahipleri, 2002'den itibaren yazdıklarımı iyi anlayarak ve şartlanmışlıktan uzak okumuş olsalardı, haklılığımı anlayacaklardı. Bazıları ise hiç üyesi olmadığım PKK'den "ayrıldığımı" bile ileri sürüyorlar. Öte yandan liderlik hevesinde olduğumu yazan bir düzineyi aşkın insan da çıktı. Ben bu gibi sanıları baştan beri red ediyorum. Asla bir partide yer almayacağım, herhangi bir parti kurmayacağım.. Dolayısıyla yaptığımın bir rakibi ekarte etmek gibi bir güdüden ileri gelmediği artık anlaşılmalı. Hele kin ve nefret, asla. Ben bana kurşun sıkanı, pekçok kişinin huzurunda, ölüm döşeğinde affetmiş insanım. Hiç bir örgüte, aileye, gruba yakın durmuyorum. Tamamen ulusal duygularla ve endişelerle hareket ediyorum. Şu sıralar genel anlamda Kuzey ile ilgili olarak çok az yazmamın sebebi, Kuzeyli Kürtler'in önlerini açmak için hemen hiç çaba sarf etmemelerinden ileri geliyor..
Bütün bunlara baktığımızda Kürtler'in kaderinin şu an itibariyle Güney'de çizilmekte olduğunu ben ve Kürtler'in ezeli düşmanı Türk Devleti çok iyi görüyoruz.. Son gelen haberler Güney'de diplomasi, tehdit ve sıcak mücadele gibi objektif gerçeklik ve ihtimallerinin iç içe geçtiğini gösteriyor. Buna biraz daha açıklıkla bakalım.
Güney şimdi genelde Kürtler'in hakkı olanı alabilmenin, ata topraklarını yeniden Kürdistan'a bağlamanın, başını dik tutmanın savaşını veriyor. Savaş deyip geçmeyin, topraklarımız için verilen mücadele "savaş" hariç hiçbir kelime ile gerçek tarifini bulamaz. Bunun için diplomasi, tehditleri göğüslemek veya muhtemel bir sıcak temasa hazırlık içinde olmak üzere her alanda bir hareketlenme yaşanıyor. Bütün bunların yanında Kuzey'in en büyük organizasyonunun asparagas, karalayıcı ve gerçek dışı haberleri ile boğuşmak da cabası. Yok MİT Güney'de cirit atıyor.. Yok Neçirvan Barzani şirketi Kuzey'e zehir satıyor.. Yok Maxmur'lu mültecilere kötü muamele.. Yok aşiretçilik.. En ufak bir karşılıklı karalamanın, mesela Talabani'nin Türkiye'de verdiği demeçler türü afaki konuşmaların, bize onarılmaz zararlar verdiğini unutuyor taraflar.. Meseleleri devlet adamı ciddiyeti ile düşünmeyi öğrenmek lazım.
Evet gelişmeler çok hızlı. Güneyli partiler, ellerinden geldiği kadar diplomasi yürütüyorlar. Bu elbette iyi. YNK'li Behram Salih'in Şam ziyareti, Dışişleri Bakanı Zebarî'nin NATO'daki ve AB'deki temasları, Mesut Barzani'nin Irak'ın içinde yürüttüğü diplomasi savaşı elbette takdire değer, ama sanırım biraz yetersiz. Avrupa'da Kürt mülteci ve emekçileri tarafından yürütülecek kitlesel diplomasi ile takviyeye her zamandan çok ihtiyaç var.. Ama dinleyen kim?
Diplomasi savaşı yürütülürken affı mümkün olmayan hatalar da yapılıyor. Gözgöze bir savaş türü olan diplomaside en büyük yanlış, karşı tarafa ondan korktuğun intibaını vermektir. Bu konuda kulağını dikmiş olarak bekleyen en hızlı düşman ve diplomasi tecrubesi bizimle kıyaslanamayacak kadar fazla olan Türk Devleti'ne dikkatinizi çekmek isterim. ABD'nin iktidarı kısmen de olsa Iraklılar'a devr etmesinden beri hep zemin yoklayan, "ne kadar ileri gidebilirim" sorusuna cevap arayan Kemalist Türk Devleti yetkilileri, Talabani'nin Ankara gezisinde bu liderin sarf ettiği sözlerde korku alametleri yakalamış olacaklar ki, generalinden gazetecisine kadar bir koro halinde "Irak'ta bizim borumuz öter" havasını pompalamaya başladılar. Öte yandan fino köpeği gibi Türk Devleti'nin kucağından inmemeye başlayan Suriye'nin Yetim-Esad'ı ve sarıklılar imparatorluğu kurma hevesindeki İran Mollaları da, Güney'i engellemek için anti-Kürt bir cephe kurulması için pervasızca çağrılar dillendirmeye başladılar.
Türk tehditlerinin bu noktada yeniden şekillenmeye başladığını görmek elbette şaşırtıcı olmadı. Ama buna çanak tutan Talabani'nin heyet daveti de yenilir yutulur bir lokma olmasa gerek.. Bunu "ülkede demokrasi var, gelip kendileri baksınlar" türü izahlara kavuşturmak hiç anlaşılır değil. Diplomasideki mutekabilliyet ilkesini işleterek bir Kürt Heyeti'nin, mesela Gabar'da Kürt Gerillası'nın kulağının vahşi Türk Ordusu tarafından kesilmesini tahkik etmeyi isteyebiliyor muyuz? Işte o zaman onlar da gelip Kerkük'ü incelesinler. Kerkük'ün statüsü konusunda her gün "şunu kabul etmeyiz", buna izin vermeyiz" diye tepeden atan Tırko'ya biz de senin "kulübede eğitim" safsatanı kabul etmeyiz demek, mutekabiliyyet ilkesinin ta kendisidir.. Ama hayır, ille de kendimizi hala köle göreceğiz ya, gelsin Türk Heyeti, teftiş etsin bizi…hayır! Talabani bu korkuyu yenmeli.. Başını eğmemeli, başımızı eğdirmemeli..
2004-07-12
Gorusunuz