PKK Taraftarları'ndan sorular-II

Tereddüte yer yoktu. PKK zaten karmakarışıktı. Öte yandan hem içten, hem dıştan baskı altına alınmış, ideologlar ise komplo teorilerini süslemenin dışında bir çıkış yolu geliştiremiyorlardı. PKK dışında kalan Kürt muhalefeti ise bir alternatif geliştirebilecek durumda değildi. Bunun için yılları kapsayacak emek isterdi, kendi köşesinden çıkıp "sıfır kuşağı"na dönüşecek kadar bir fedakarlık isterdi. Olmuyordu.
Öte yandan peşpeşe gelen şaşırtıcı kararların sonuncusu ile gerilla güçlerinin "sırdışı"na çekilmesi kararı da çıktı. Bu karar 500 gerillanın hayatına mal olmuş, karar "barışa katkı" gibi soyut bir izahla kitlelere sunulmuştu. Acı vericiydi, ama gerçekti ve daha acısı yapacak hiç bir şey yoktu. Çünkü yukarıdan geliyordu emir. Çaresizlik içinde kötünün iyisi olarak addettiğim kararı aldım. Bu hareketi ayakta tutmak gerekiyordu.
Ben usluba falan dikkat etmeden, aşırı kırıcı fakat kararlı bir tavırla ortaya çıktım ve ayakta durmanın ortamını neredeyse tek başıma sağladım. Psikolojik savaşla ilgili araştırmamı 300 sayfa olacak bir genişliğe erdirmiş, bunun bütün inceliklerini kullanarak hareketi ayakta tutmayı bazı diğer insanlarla birlikte başarmıştım. Bu konuda Ferda Çetin'in ve Selim Ferat'ın katkılarını zikretmeliyim. Her yere koşturuyor, halkı adeta galeyana getiriyorduk. İnsanları kırıyor, ama aldırmıyorduk. Bu ortamda Newroz'lara iştirak azalacağına kararlı bir şekilde artıyor, nihayet milyon duvarına vuruyordu. PKK yönetimi de zaman içinde toparlandı ve herşey normale döndü. Ama nereye doğru gidilecekti? İmralı, sınırları belirsiz bir Demokratik Cumhuriyet tabirinde ısrar ediyordu. Kendi başlarına ayakta duramayacak durumda olan PKK yönetimi bu emirlere harfiyen uyuyordu. Ne yapılmalı idi? Benim yaptığım, bir şeylerin kurtarılması için AB'ye ve Kopenhag Kriterleri'ne sımsıkı sarılmak oldu. Bu arada TUSİAD gibi kurumların hazırladığı nefis raporlara dikkat çekiyor, ıkına sıkına da olsa bu tavrı PKK yöneticilerine onaylatıyordum.
Geliştirdiğim ara konsept şuydu: Madem Türkiye'nin demokratikleşmesi isteniyor, o halde bu demokratikleşme Kürt Sorunu ekseninde olmalı. Bunun için eşit bir barış sağlanmalıydı. Eşit barış için ise partner olunacak seviyeyi yakalamak gerekiyordu. Peki hedef olarak alınacak baş demokrasi düşmanları kimlerdi? Derin Devlet dediğimiz MİT, Ordu, Özel Harp Dairesi, Çeteler, Sokak fedaileri olan MHP'liler, DYP, Deniz Baykal CHP'si.. Bunların dışında AB yanlısı olduğunu beyan eden %70'i aşan bir kitle vardı (tüm araştırma kurumları bunu işaret ediyorlardı). Bunların AB'ye üyelik temelinde örgütlenmesi gerekiyordu. Bunun için Liberal sağ, liberal sol ve Kürt Partisi olarak bunlarla ilişkide bulunacak bir legal parti gerekiyordu. Böylece önünde durulamaz bir çoğunluk sağlanabilirdi Bu çoğunluk anayasayı demokratikleşme esasına göre yeniden kaleme alabilirdi.. Bunun ilk aşaması ise Ordunun artık siyasi alandan tamamen çekilmesi olacaktı. İlk anda bunun anlaşıldığı görüldü. PKK'nin önder kadroları da bundan bahsetmeye başlamışlardı.
Öte yandan İmralı, PKK'nin miladını doldurduğunu, yerine daha kitlesel bir örgüt kurulması gerektiğini bir talimat olarak dışarıya gönderdi. Emre derhal uyulacaktı. Kongreye ben de davet edilmiştim. Oraya gidecek, bir kongre delegesi olmayı red ederek misafir sıfatıyla bildirimi sunacaktım. Vizeyi aldım. İran üzeri gidilecekti. Nasıl gidileceğini şimdilik açıklamıyorum. Ama üstüme gelirlerse bunu da bütün detayları ile açıklarım. Neyse İran, Türkiye ile giriştiği yeni sıcak ilşikilerden dolayı girişleri durdurdu. Gidenleri de tutuklamaya başladı. Benim yolum kapanmıştı. Gidemedim. KADEK'ti kurulan. Yine bir nevi marksist-leninist çizgi önlerine konmuştu. Ama değiştik demelerine rağmen sadece pek çok kurumdaki Kürdistan kelimesi ayıklanmıştı, hepsi bu.. Yine de AB üyeliği ile ilgili tavır devam ediyordu.
Ama ne olduysa seçim işareti verilirken oldu. Önce R Tayyip Erdoğan ABD'de kampa girdi. CHP yeniden Baykal'ın kontrolundaydı ve ordunun düdüğü olmuştu. Yani o zamanlar kaydettiğim gibi, seçime en iyi hazırlanan kesimler ordu ve ABD olmuştu. Gazeteler açık bir şekilde AK-PARTİ'yi ve CHP'yi öne çıkarıyorlardı. HADEP yine laklakla geçirdiği bir dönemden sonra geç kalmıştı. Seçim kararı alındığında cadı kazanları da cabası.. Bu arada demokratik yöne çekilebilecek AB yanlısı partiler ile seçim ittifakını suya düşürmek için HADEP içinde manevralar başlatılmıştı. TV yayınında böylesi bir ittifak olursa seçimin hemen ertesi günü sona ereceğinin işaretleri verilince herşey suya düştü ve tek yol olarak kırıntı döküntü Türk Solu ile Blok felaketine gidildi. Eskiden iddia edilen herşeyin inkarı idi bu.. Serbest pazar ekonomisi konsepti unutuldu. AB düşmanı güçlerin kucağına oturuldu. Bu artık açıkça inişe geçişti. Bu yük artık kaldırılamazdı.. İşte bu ortamda gazeteden ayrıldım TV programlarına çıkmayı red ettim.. Dedikodular gecikmeden başlatıldı.. Seçim listelerinin benim tavrımda rolu olduğu yayıldı. Yalanlar yalanları kovaladı. PKK usulu yeni bir "hain" yaratılmaya çalışılıyordu.. Ben kitle içinde dedikodu tarzında yürütülen hiç bir suçlamaya prim vermeden ayrıldım.. Kürdistan için bu ekibe verdiğim büyük tavizlerin sonuna gelmiştim. Deniz bitmişti. Kurumları ile ilişkimi kesmiştim. Şunu açıkça kaydedeyim, ayrıldıktan sonra dört kez TV programlarına davet edildim, gazeteden yazmak için sürekli davet aldım, bir radyoya verdiğim haftalık yorumları da kesmiştim, fakat nazik kelimelerle, ama kararlıca red etmiştim bu takımı.
Beşinci aşama: Bu aşamada gazetenin dışına çıktığım için sesimi kitlelere ulaştırmam için interneti kullanmam gerekiyordu. Sayfamı yavaş yavaş yeniledim. "Buradan" adlı bildiri niteliğindeki bir yazı ile işe koyuldum. Bu yazıda ilk olarak kişileri hedef alan yazılarımı geri aldım. Eski uslubuma eleştiri mahiyetinde kelimeler kullandım.
Bu yeni dönemde hedef olarak ulusal birliğe ulaşmayı seçmiştim. Irak'a müdahalenin eli kulağındaydı. KADEK yönetimini yaklaşan tehlike konusunda kapalı bir şekilde uyarıyordum. Ama esas olarak ilk ağızda Türk Solu'nu hedef almıştım. İkisi bağımsız, yedisi ard arda olmak üzere Türk Solu adı altında esas olarak İmralı'nın yönlendirdiği siyaseti eleştiriyordum. Kurnaz Türk Solu elbette fırsatı kaçırmıyor, KADEK kitlesine sürekli beni hedef gösteriyordu. En nihayet isyan noktasına geldiler. Gazete yönetimi yalvar yakar bunları yazmaya devam etmeleri için ikna etti. Prestijleri artmış, "KADEK ve Özgür Politika'da Türk Solu kazanmıştı" (bir yazımın başlığı). Bundan sonra da birlik için çabalarımı sürdürüyordum. Pek çok insan bu aşamada bana atılan çamurları hatırlar. Ama ben gündemi saptırmamak, kendimi öz savunma batağına hapsetmemek için böylesi tahriklere boş verdim. Bazılarının kendilerini Mesut Barzani'nin veya Celal Talabani'nin yerine koyup onlar adına özeleştiride bulunmaya davet etmelerine de aldırmadım. Geçmişi kaşımanın faydasızlığı ortadaydı. Siyaset yapanlar elbette melek değildi. 1998 ortadaydı, 1964, 1968, 1969 ortadaydı.. 1975 sonrası Mustafa Barzani'ye edilen küfürle de.. 1980 sonrası tavırlar vs. vs. Bunları yeniden masaya yatırmanın faydası yoktu. Günü yaşıyorduk ve o günler, tıpkı bugünler gibi, ulusal birliği dayatıyordu.. Fakat bir türlü istenen olmadı. KADEK samimi bir şekilde istenen ulusal noktaya gelemiyor, daha doğrusu İmralı tarafından engelleniyordu.
Benim hala bir iç çıkıştan umudum vardı. Bu havada yeni bir "değişim"in işareti geldi. Bu değişime "Leninizm'i aşma ve ekolojik toplum yaratma" çizgisi adı verilmişti. Özünde yeni bir altüst ediş yaşanacak, savrulmalara yol açılacaktı. Ben de kongreye davet edildim ve nazik bir dille red ettim. Kongrede çok konuşulmuş, ama asul aktörler gerçek düşüncelerini açıklamamışlardı. Bu gerçek, kongreden hemen sonraki kapışmada ortaya çıktı. Önce PÇDK bir bildiri yayınlayarak, Güney'de vilayet esaslarına dayalı bir federasyonu en uygun çözüm olarak gördüklerini ifade ettiler. Buna Zübeyirgiller familyası eveleye geveleye bir izah getirmeye çalışırken, Cemil Bayık çok açık bir şekilde Kürdistan'ın tümünü kapsayan tek parça bir Kürdistan'ın içinde yer alacağı bir federasyon istediklerini ifade etti. Bu işin suyun üstüne vuran kısmıydı. Aradan bir müddet geçtikten sonra Cemil Bayık'ın darbe haberleri geldi (biraz da kastilik kokacak şekilde). Bu arada Osman Öcalan'ın bu darbeye karşı bin veya iki bin gerilla ile direndiği haberleri uçuruldu. Ardından Osman Öcalan sahayı terk etti ve böylece reformist bir rol oynayabilecekken sahadan çekilmeyi tercih etti. Avrupa birden Cemilci kesildi. Tam bu sırada İmralı devreye girdi ve her ikisini de red etti. Sn Bayık'ın asıl suçu federasyonu destekleyerek "büyük günah" işlemesiydi. Ama aynı Sn Bayık reformculuğu sapma olarak niteliyordu. Bu hayhuy arasında gerilla içinde iyi bir prestij sahibi olan Sn Karayılan ortaya çıktı ve İmralı ile ilişkiye geçti. Şimdi darbe içinde darbe gerçekleşmişti. Sn Karayılan kısa bir süre içerisinde takımını kurdu. Sn Aydar devre dışı kaldı. Yeni ekibin, İmralı tarafından da verilen talimatla, Osman Öcalan'a verdiği garanti ile bu zat ve bir kısım arkadaşı geri döndü. Direkt olarak soruşturmaya alındılar. Şimdi gelecekleri oldukça karanlık görünüyor.
İşte bu karmaşa içinde Seçim-2004'e, Seçim-2002 zihniyeti ile girildi ve Türkleşme dediğim aşamaya fiilen geçildi. Artık yapacak bir şey kalmamıştı. Asıl karargahı işaret etmem işte yedinci ve son aşamayı oluşturdu.. Ben Kürtler için "PKK'nin içişleri" diye bir kavram tanımıyorum. Bizim ailelerimizin içini dahi tartışan ve ulusal sorunun çözümünün önünde yürüdüğünü söyleyen bir organizasyonun "içişleri"nden bahsetmek olayı biraz hafife almakla eştir.

2004-05-02




Gorusunuz