Türk Devleti; darbeye doğru mu?-II

Tüm bunlar globalizme doğru açılacak olan ABD egemen bir yeni dünya düzeninde Türkiye'de hangi güçlerin, hangi bilinç veya çıkar çerçevesinde kendilerine nasıl bir rol biçtiklerini iyice anlamalarını gerektiriyor.

Önce bazı saptamalar yapalım: Birincisi; globalizm, bir tercih değil, dünyadaki ekonomik ve buna bağlı olarak dönüşen sosyal yapıların zorunlu olarak girilen kıran kırana bir savaş alanıdır. Bu alanda birinci sınıf dediğim ve ekonomileri, yakaladıkları teknolojik seviye ve dünya ekonomisine entegrasyonları yeterli olan devletler kelimenin gerçek anlamı ile ayakta kalabilecekler. Diğer "alanlar" ise dünyanın kaybedilmiş coğrafyası olarak anılacak, yavaş yavaş orman kanununun hüküm sürdüğü alanlara dönüşecekler. Gelişen muazzam teknolojinin sunduğu otomatizmanın rekabetine dayanamayacak bu tür devletlerdeki ucuz işgücü de beş para etmeyecektir. İkincisi; proletarya öncülüklü küreselleşme ihtimali, en aşağısından şimdilik bertaraf edildiğinden önümüzdeki küreselleşme finans kapitalin başını çektiği bir küreselleşme olacaktır. Bu noktada sosyalist solun önünde önemli bir görev, demokrasiyi güçlendirme, "sosyal devlet" konseptini hayata geçmiş bir şekilde ayakta tutma gibi bir görev olacaktır. Üçüncüsü; globalizm trenini geciktirmek ve bu trende en iyi vagonda yer almak için şimdiden harekete geçmeyecek olanların "bekle gör" politikaları onların en aşağılarda biryerlere yuvarlanmalarına yol açacaktır. Bu bakımdam AB treni gibi dev bir pazara yol alan bir tende en öndeki mevkileredn birini kapmak veya bu büyük birliğin bir parçası olmak Türkiye için "olmazsa olmaz" anlamına gelen hayati bir hedeftir..

Bu ön belirlemeleri elbette bütün işi Kürt Halkı'na düşmanlık etmek olan Kemalist Rejim'e yol göstermek ve böylece bu rejimi diri tutmak için yapmıyorum. Dünya karşılıklı çıkarlar dünyasıdır. Türk Tarafı inansa da inanmasa da kaybedecek pek bir şeyleri kalmamış olan Kürtler'in de çıkarları vardır. Burada dikkat çekmek istediğim, Türk Rejimi ile değil, tarihin bir cilvesi olarak Türk Ulusu ile aynı teknede bulunduğumuzu bilincini öne çıkararak, Türk Ulusu'nun AB'ye giriş sürecinde yayılmacı veya tutucu bir politika güden Kemalist Rejim'in peşinde koştuğunda neleri kaybedeceğine ve bu arada Kürtler'e de kaybettireceğine dikkat çekmektir.. Tarih kaderimizi biribirine bağlamıştır. İki taraf da akılcı davranmak zorundadır. Gelecek sene AB'ye giriş konusunda süre doluyor gibi.. Her ne kadar şimdiye kadar Türkiye'nin kaderini elinde tutan Kemalist Rejim olayı peşin kaybetmişse de Türk Halkı, Kürt Halkı ile birlikte hareket ederek çok şeyi değiştirebilir. Kürt Halkı açısından, daha önce de kaydettiğim gibi, Kemalist Rejim'in geriletilmesi bir devrim sayılacaktır.

Bu bakımdan, durum aleyhte gibi görünüyorsa da, yani Kemalist Rejim büyük bir atağa geçmiş olsa da, hala önemli fırsatlar vardır. Bu fırsatlar iyi kullanılırsa, Türkiye, Kürdistan ile birlikte insanlık aleminin birinci ligine çıkma fırsatını yakalayacaktır. Önemli olan gerçekten cesaret etmek, sahaya inmek ve AB yanlısı kitleyi bir an önce örgütlemektir. Kürt Halkı neredeyse silme, AB'ye girme yanlısıdır. Türk Halkı'nın ise gerçekten önemli bir kesimi AB'ye girmeye can atıyor. Bunun ise ancak uygarca bir barışla mümkün olduğunu artık içlerine sindirmeleri gerekiyor. Bu konuda TUSİAD'ın 1999'dan beri sunduğu raporlardaki belirlemeleri hayata geçirmek yeter. Bunlar Kopenhag Kriterleri'ni tam bir şekilde kapsıyor.. Yani kitle açısından bir sorun yoktur. Sorun sürece müdahale edecek örgütü veya örgütleri yaratmaktır.

Fakat işte zurnanın zırt dediği yer burası. Şubat bunalımı sırasında AB'yi içtenlikle savunduğu izlenimi veren bir ANAP vardı. Bu partinin durumunu şimdi bilmiyoruz. Öte yandan CHP'den ayrılan ve gerçekten demokrat oldukları izlenimini veren sosyal demokratlar da örgütlenmişlerdi. Şimdi bunların da durumu ve güçleri meçhul. Bunların hiç olmazsa gerçek tabanlarına oturarak önümüzdeki yerel seçimlerde ortaya çıkmaları gerekir. Bence Türk Tarafı'nda anahtar yoğunluk şu anda orta sağdır. Bu kesim kararlı bir şekilde ortaya çıkıp mevcut partilerden birinde, mesela ANAP'ta, kararlı bir şekilde yoğunlaşırsa, bu yoğunlaşmayı TV ve basını da kullanarak kitleye duyurabilirse yerel seçimleri bir güç gösterisi haline getirebilir ve insanların uygarlaşma umutlarını yeşertebilir. Umutlar bir kere yeşerip kitle tedrici olarak harekete geçirilebildi mi, gerisi gelecektir. Ama bunun için ön şart, gerçekten demokratikleşmeyi istemek ve en büyük engel, Kürt Sorunu'nu şerefli ve barışçı bir çözüme kavuşturacak bir kafa yapısı arz etmektir.

Aynı şey sosyal demokratlar için de geçerlidir. Kararlı bir şekilde demokratikleşme yanlısı olan gerçek sosyal demokratlar, Kemalizm'in ipoteğinden kurtulurlarsa gerçekten çok büyük bir yaygınlıkta örgütlenebilir, alternatif bir sosyal programla ortaya çıkarak değişim sürecini daha da ciddileştirebilirler. Böylece sosyalistlerin daha henüz bilincine varamadıkları bir misyonu yerine getirebilirler. Kürt Sorunu'nda, Karayalçın'ın "yüz Türk büyüğü" arasına girme hevesinden vazgeçmesi ile belli bir noktaya gelebilirler.

Eskiden beri AB yanlısı bir politika izleyen Kürtler, bu kez oldukça zorlanacaklar gibime geliyor. Kürtler denilince, kitle olarak, istenen fedakarlığı yapan, genci, yaşlısı, çocuğu ve kadını ile bir avuç özgürlük için var gücü için çırpınan ve verilen görevi elinden geldiğince iyi yerine getiren politize olmuş bir halk gerçekliği söz konusudur. Varmak istediği hedefin geniş ölçüde bilincinde. Kürt Halkı AB'ye girmek istiyor. Kürt Halkı uygarlığı ve bu sayede bir avuç özgürlüğü yakalamayı önüne hedef olarak koymuştur. Özgücün yetmediği veya pata durumunun yarattığı bir süreçte dış dinamiklerin önemini iliklerine kadar hissetmeleri önemli.

DEHAP'ın ittifak yaptığı kesimler itibariyle baktığımızda ise durum oldukça karmaşık. Çünkü blok örgütlerinin geri kalan kesimi tümüyle AB'ye karşı. Bu durumda sorun ya yardan ya serden olma sorunu.. Yazının birinci bölümünde kaydettiğim gibi, iç dinamiklerle, hele marksist solun tek başına veya öncülük ettiği bir blokla Kemalistleri aşarak Türkiye coğrafyasını demokratik bir yönetime kavuşturmak, en aşağısından şu anda ve görünür yakın bir gelecekte, mümkün olmadığına göre, Kürtler kaderlerine razı mı olmalıdırlar? Bu ciddi bir şekilde düşünülmeli. Türk marksist solunun sadece blok içinde yer alan kesimi değil, örgütlü kesimi itibariyle tümü AB'ye girilmesine karşıdır ve bu konudaki politikaları Kemalistler'le geniş ölçüde çakışmaktadır. İşte darbe provalarının yapıldığı, balans ayarı politikalarının sürdüğü bu zaman kesitinde demokratların ordudan ve giderek Kemalistler'den hiç bir olumlu davranış beklememeleri gerekir. Kemalistler'e karşı "yumuşak demeçler politikası" iflasa mahkumdur. Bunu Türk liberalleri çok iyi biliyorlar. Kürtler de artık bunu anlamalı. Çünkü bu kesim, Türkiye'nin en ilkel kesimidir. Tek anladıkları dil silahların dilidir veya kararlı ve örgütlü bir toplu duruştur.

Önümüzdeki yerel seçimlere kadar çok dikkatli bir duruş sergileme gereği ortada. Provokasyonlara gelmemeli, silahların yeniden patlamasının şartlarının yaratılmasına izin verilmemelidir. Savaş herkese kaybettirir. Türk Kemalist kesiminin şöven dalgayı yeniden yükseltmesinin altında savaş çıkarmak suretiyle demokratikleşme belasından kurtulma dürtüsü yatmaktadır. Onların bu heveslerini kursaklarında bırakmanın şartları yaratılabilir. Yerel seçimler bu bakımdan bir fırsattır. DAR SOL İTTİFAKLAR YERİNE CİDDİ BİR ŞEKİLDE GENİŞ DEMOKRASİ İTTİFAKLARI ARANMALIDIR. Ön çözüm birazda burada gizlidir.




Gorusunuz