Türk Devleti; darbeye doğru mu?-I

Türkiye'de son zamanlarda yaratılan gerginliği hayra yormak mümkün değildir. Gerçi bunda KADEK Gerillaları'nın yeniden belli bir coğrafyada konumlanmasını sebep olarak gösterenler çıkabilir, ama temelde gerillanın, Türk Devleti tarafından yeniden hareketlenmeye zorlandıdığı not ediyoruz. Öte yandan bu gerginlik sürecinde yavaş yavaş berraklaşan şey, Türkiye'de sivilleşme taraftarları ile Kemalizm'in olduğu gibi devam etmesini isteyen güçlerin karşılıklı olarak yeniden saflaşmaya doğru gittiği veya itildiğidir. Yeniden ve "itildi" deyimini özenle ifade diyoruz, çünkü aynı saflaşma şubat krizi günlerinde de tepe yapmış, demokratik sağın ürkekliğinden dolayı, futbolcuların deyimiyle top direkten dönmüştü. Şimdi aynı belirtileri bir üst seviyede görmemek mümkün değil. Ama uygar bir yeniden yapılanma isteyenler, şartların daha elverişli olmasına rağmen, daha dağınık bir manzara arz ediyorlar. İşte bundan dolayı bir itme olayı seziyorum. Bu yeni sürece girerken bazı göstergeler bize yol gösterecektir.

Ekonomik kriz neredeyse kapıda. Irak Krizi'nde bütün iğrenç duruşlara rağmen, Türk derin devleti istediğini alamadı ve faturayı sivil yönetime çıkarma eğilimine girdi. Oysa bu konuda alınan kararların tümü, 1 Mart Vak'ası hariç, MGK kaynaklıydı. Avrupa Birliği yolunda atılan adımlar da derin devletin çelmelerine takılmış durumda. Alınan anadil eğitimi konusundaki kurs kararları bile, "kapı neden gıcırdamıyor" gibi sudan bahanelerle engelleniyor, sulandırılıyor, TV yayınları ile ilgili teşebbüsler de aynı şekilde sulandırılmak üzere bloke ediliyor. DEHAP ve giderek her renkten aktif Kürtler, kelimenin tam anlamı ile, Türk Derin Devleti tarafından yönlendirilen gizli ellerin yarattığı bir kuşatma altında. Faili meçhuller gittikçe artıyor. Askeri operasyonlar şöven bir dalganın eşliğinde tırmandırılıyor. Kuzey Kıbrıs adeta rehine. Tam da bu sırada üniversiteler bir yerden işaret almışcasına ayaklandılar. 25 Ekim Ankara yürüyüşü bir kuvvet gösterisiydi. Orada atılan sloganlar 1971 Mart Darbesi öncesi yürüyüşlerdekiler ile aynı; "Ordu-Millet elele, milli cephede". O günlerde adım adım gelen darbeye bir tek Kürtler'in örgütü, Devrimci Doğu Kültür Ocakları, DDKO karşı çıkmıştı. Şimdi soran gözler yine, fakat daha akıllı metodlarla ve Türk demokratları ile birlikte darbecilere karşı duracak bir Kürt Hareketi arıyor.. Buna sonra yine döneceğiz.

Güçlerin dizilişine baktığımızda, yukarıda da değindiğimiz gibi, manzara hiç de iç açıcı değil. Sivilleşme isteyen güçler oldukça dağınık. İktidardaki AKP, tutucu Anadolu Sermayedarları ile demokrasi isteyen asıl sermaye arasında şaşkın vaziyette, ya da iki cami arasında beynamaz. AB'ye girmek için kendince çaba harcıyor, ama elbette ki baltalanıyor. İşçi ve memurların hayat standardlarını yükseltme çabalarına ise enflasyonla mücadele programı dolayısıyla muhalif vaziyette. Bunun için hiç kimseye yaranamıyor, güven vermiyor. Zaten yazı hazırlanırken bu cephenin beyaz bayrak çekerek üniversiteler arası kurula veya derin devletin has adamları olan YÖK'çülere teslim olduğu haberleri geldi. Bu, sessiz darbe organizatörlerinin veya askerlerin deyimi ile "balans ayarcıları"nın bir ara zaferidir. Bütün bunlar olurken sürecin lokomotifi olması beklenen liberal modern sağ ölüm rehavetini yaşıyor. TÜSİAD'ın bile devre dışı kalmakta olduğunu söyliyebiliriz. Sürece müdahale etmesi ihtimali çok zayıf olan demokratik sol ise okun sivri ucunu Kemalistler'e çevireceğine Tayyip ile uğraşıyor. Tayyip'in hükümet olduğunu, ama gerçek anlamda iktidar olamadığını bilmezden geliyorlar. KADEK ise, alabildiğine sola açılmasından dolayı, Şubat Krizi'nden çok farklı bir konumda ve demokratik sağ nezdinde bir zamanlar gelişme yolunda olan prestijini tümüyle kaybetmiş durumda. Oysa karşı taraf devletin tüm ideolojik aygıtlarını yanına almış, sistemli bir şekilde yürüyor.. Genelkurmay Başkanı Kıbrıs Sorunu konusında Grek Gazeteleri'ne verdiği demeçte boşuna "AB'ye girişimizi garantileyin, Kıbrıs dahil, aramızdaki tüm sorunları bir haftada çözelim" demedi. Adamlar duruma hakim. Ordu bu durumda her gözlemcinin nazarında bütün oyunların merkezinde, bu aşağı yukarı biliniyor. Üniversiteler, Kemalist Sol, MHP, Deniz Baykal kanadı ile CHP, Ölüm döşeğindeki Ecevit, konrtalar ve polis hep aynı cephede.. Bunlar üstelik oldukça disiplinli..

Müdahaleye doğru adım adım ilerleyen sessiz darbecileri veya balans ayarcılarını ABD'nin desteklediği konusunda elimizde herhangi bir ipucu yok. Ama göründüğü kadarıyla ABD'nin darbecileri desteklemesini gerektirecek sebepler epey zayıf. Washington, anlaşıldığı kadarıyla Ortadoğu'da model arayışı içindeyken, zaten demokratikleşmemekte direnen Türkiye'yi bölgeye, bazı rütuşlarla model olarak sunmayı düşünürken bu çok uluslu "uniter devlet"i daha da ceberrut bir yönetime kavuşturma çabasına giremez. Bu ise balans ayarcılarının zayıf tarafı. Buna rağmen müdahale yanlıları büyük bir şöven dalga eşliğinde herkesi sindirerek kendi başlarına ipi göğüslemeye çalışıyorlar. 3,5 kilometre uzunluğundaki bayrak hazırlanması, radyo ve TV'lerde terrör estirilmesi, "cumhuriyetin temel ilkelerinden asla taviz vermeyiz" sloganının günlük alışverişte bile dile getiriliyor olması, Irak'a asker gönderilmesi konusunda gelinen noktaya paralel olarak yükselen ulusal kızgınlığa paralel olarak ırkçı feveranlarının körüklenmesi hep bir yerlere doğru gidilmekte olduğunun işaretleridir.

Bilim, toplumsal değişimin asıl olarak birikim ve iç dinamiklerin harekete geçmesi ile gerçekleştiğini söyler. Fakat Ortadoğu'daki köklü diktatörlükler için bunun yıllar alacağı belliydi. Bu toplumların kültürlerinde lidere itaat esastır. Üstelik Kemalizm ve Baasizm'in yarattığı oldukça derin kontra yapıları ortada. Saddam'ın yarattığı korku cumhuriyeti böyleydi, Suriye böyle, Türk Devleti böyle.. Hatta son yirmi yılda oldukça kökleşen İran Rejimi'nin de dikkatle ele alınması gerekir. Irak'daki rejim dış müdahale ile yıkıldığı halde faşistler hala dipten dibe direniyorsa, siz yaratılan derin devletin derinliğini hesaplayın. Aynı şey Türkiye için de geçerli. Bütün bunlar, bu devlet yapılarının demokratikleştirilmesi için dış dinamiklerin önemini ortaya koyan misallerden ilk akla gelenleri. Bu dış dinamikler ise açıkça bellidir ki AB ve ABD'dir. Türkiye AB'ye girmek istiyorsa demokratikleşmek zorunda. Ama ipleri ellerinde tutan Kemalistler'in, AB'nin kendilerine bilhassa Kürt Sorunu konusunda ayrıcalık tanımasını istemeleri ile kapalı kapıların ardında yürütülen görüşmeler, anlaşıldığı kadarıyla, çıkmaza girmiş bulunuyor. Bundan dolayı demokrasi ve değişimden yana olanların AB kartı epey zayıflamış durumda. Ama ABD kartı, eğer Osmanlı usulu davranılmazsa hala işler vaziyette. Türkiye'yi model ülke olarak görmek isteyen ABD, bu devletin demokratikleşmeden model olarak kabul ettirilemeyeceğini biliyor. İşte sorun ve eğer doğruysa, avantaj burada.. İç dinamiklerin büyük bir baskı altında sindirildiği, örgütlenmelerine aba altından sopa göstermek suretiyle izin verilmediği bu coğrafyada dış dinamikler önemli katkı sağlayabilirler. (devam edecek)




Gorusunuz