Yol ayırımı; Türk Solu ile mi, Kürtler'le mi?...-VI

Bu broşüre konu aldığım kesimi itibariyle Türk Solu yazarları, Kürt birliğinin oluşmaması, var olan birliklerin de dağıtılması için az gayret sarf etmiyorlar. İstenen hedefe varmak için Kerkük Valisi'nin yemin törenini bir olay, bir facia şeklinde sunmaları ibret vericidir. Aralarında Belli ve Küpeli'nin de bulunduğu çok sayıda Türk Solu yazarı ve sözcüsü yemin törenini Güney'i ve onları destekleyen Kürtler'i karalamak amacıyla işledi, olayı ters yüz etmek için elinden geleni yaptı. Bizi bizden utandırmak için etmediklerini koymadılar. Kelimenin tam anlamı ile psikolojik bir saldırı. Konuyu ilk işleyenlerden Küpeli, Simbad'da yayınlanan makalesinde şöyle kaydediyor: "ABD askeri güçlerinin baskısı ile (…) Kerkük'e vali seçilen Kürt (Kürt'ün adı bile yok, bari numara verse-NB), Amerikan bayrağının önünde (…), işgalci emperyalist gücün geleneklerine uygun olarak sağ elini kaldırmış yemin etmektedir (…). Arkasında kamuflaj giysileri üzerinde duran iri Amerikalı komutan koltuğa yayılmış oturmaktadır (…). Söz konusu görünüm feodal Kürt geleneğine ve karekterine uygun olabilir (….) ama, özgür düşünebilen Kürtler, Türkler ve tüm insanlar için son derece utanç vericidir'.. Tam bu ifadelerle.. Belli ise bunu neredeyse aynen MEDYA-TV'de tekrarladı.

Şimdi ifadeleri tek tek alarak psikolojilerini ve varmak istedikleri hedefi irdeleyelim: İlk cümledeki; "ABD askeri güçlerinin baskısı ile seçilen" ibaresi şu mesajları veriyor: Birincisi; Kürtler işbirlikçiliğin mükafatı olarak önemli ve belirleyici bir valilik kaptılar, petrol şehri Kerkük Valiliği'ni. İkincisi; ABD, Kürtler için baskı yapmak suretiyle ilerde olacakların, yani Ortadoğu'da yeni bir İsrail yaratmakta olduğunun işaretini verdi. "Bu gelişmenin işaretlerine karşı Türk Devleti uyanık olmalı, diplomatik bütün kanalları zorlayarak harekete geçmeli, eski konumunu yakalamalı" gibi bir dürtüş yakalamamak görmezliktir. Bu zatlar "eğer harekete geçilmezse atı alan Üsküdar'ı geçmiş olur" demeye getiriyorlar. Gerçekten, belki böylesi uyarıların da katkısıyla, Türk diplomatları çok cansiperane bir mücadeleye girişerek Irak'a asker gönderme konusunda, perde arkasında konuşulanlardan kuşku duyduğumuz bir prosedür sonucu, önemli mesafe kaydettiler. Şimdi denge sağlama yolundadırlar. Üçüncüsü; yukarıdaki yan cümlecikte; "bu iğrenç, adlarını bile yazmakta zorlandığımız köleler, yarın devletleşip, tıpkı İsrail'in Araplar'a yaptığı gibi, Türkiye'nin de yarısına sahip çıksalar hiç şaşmayız" düşüncesini, duygusunu, bilinçaltı dışavurumunu açıkça yakalayabiliriz. Bütün olarak bu yan cümlecik, bir yandan müthiş bir kıskançlığın, öte yandan da Türk Devleti'nin geleceği açısından bir paranoyanın yaygınlığını ele veriyor.

İkinci cümlede ise bu kez, devleti uyarmak yerine, Kürtler'e karşı bir psikolojik saldırı başlatılıyor. "Amerikan bayrağının önünde" ibaresi boşuna seçilmemiş. Yani, çok affedersiniz, "haysiyetsiz Güneyli Kürtler, işgalci emperyalist ABD bayrağının önünde yemin ediyor. Görün işte Kuzeyliler iftihar ettiğiniz durumu, Görün KADEK'liler, bu beş para etmez 'kişilikler'le yürünemeyeceğini" demeye getiriyorlar. Ne ince taktik değil mi? Oysa sosyalistler hep somut şartların somut tahlili ile sonuç çıkarmakla övünürler. Çocuklar bile yıkılmış, işgal altındaki bir devletin, yani Irak'ın bayrağından bahsedilemeyeceğini bilirler. Irak'ın üstünde yükseldiği topraklar için, bazı farklarla 2003'te değil, 1918 de yaşıyoruz. Devlet yeniden şekillenecektir. Kürtler hiçbir zaman kendilerini eski bayrağı yaratanlara borçlu hissetmediler. Sönen o devletin hayatı boyunca aralıksız direndiler. Mesut Barzani daha geçen hafta "Baasist Irak Bayrağı'nı tanımıyoruz" dememiş miydi? "Bu bayrak Nasır döneminde Irak, Suriye ve Mısır'ın birleşmesinin sembolu olarak üç yıldız ile sadece Arap renklerini taşıdığı Kürtler'i temsil etmiyor" demeye getiren Mesut Barzani, öyle görünüyor ki, Irak anayasasında tarifini bulacak ve Kürtler'den de bir sembol taşıyacak olan bir bayrakta ısrar edecektir. Bu durumda, olağanüstü şartlarda düzeni sağlamak için seçilmiş olan vali, elbette bir hakimiyetin sembolu önünde yemin edecekti. Yıkılan devlet Kürt devleti olmadığına göre Kürtler'in o devlet için ağlayacaklarını sanmak elbette saf dillik olurdu. Bir görev kazanılmıştır. O zaman ya görev red edilecek, ya da resmiyet kazanmak için bir tür yemin edilecek. İdeal olan ve her Kürt'ün kalbinde yatan Kürt Bayrağı'nın önünde göğsünü gere gere yemin etmektir. Başka hiç bir şey değil. Ama şu anda fiili bir durum var, bu durumu Kürtler çok iyi anlıyorlar. Bilinir, Kürtler'in hiç de red etmek niyetinde olmadıkları federasyona doğru gidilen bir durum yaşanıyor. Kimse, kimsenin hakimiyet sembolunu direkt olarak kabul etmiyor. O zaman Kürtler'e dost bir el uzatan işgal kuvvetinin bayrağı yerine konulacak hangi sembol olursa olsun, Kerkük'te yaşayan halk gruplarından birinin tepkisini çekecekti. Baas Bayrağı, Kürtler'in, Kürt Bayrağı olarak kabul edilen sembol, Arap ve Türkmenler'in tepkisini almaz mıydı? Realist olalım, ne yapılacaktı? Elbette tek itiraz edilmez sembol, işgal kuvvetlerininkiydi. Kürtler buna itiraz etmezdi, Orada yaşayan cemaatler ve halklar, elbette kendilerine en az ters gelecek sembole "evet" derlerdi, işgal kuvvetlerinin. Vali Abdurrahman Mustafa göreve bu işgal şartlarında başlarken gereğini yaptı. Hepsi bu. 1000 yıldır bağımsız bir devlet kuramamış olan Kürtler, kazançtan başka, ne kaybetmişlerdi ABD'nin gelişiyle? Kürtler tek başlarına çevreyle bir bütün arzeden bütün düşmanları yenemeteceğine göre, ABD yerine Saddam'ın işbaşında kalması mı için mi mücadele etmeliydi? Yoksa Türk Ordusu mu girmeliydi oraya? Hem Türk Bayrağı önünde az mı yemin ettik? Neden o zaman itiraz etmediniz? Türkler'le sömüren ve sömürülen ilişkisi hariç, hangi sevilecek ilişkimiz var ki?

Küpeli'nin son itirazı ise oldukça komik ve iğrenç: " ...kamuflaj giysileri üzerinde duran iri Amerikalı komutan koltuğa yayılmış.... Söz konusu görünüm feodal Kürt geleneğine ve karekterine uygun olabilir ama, özgür düşünebilen Kürtler, Türkler ve tüm insanlar için son derece utanç vericidir". Yemin töreninde hazır bulunan Amerikalı'yı, emperyalizmi temsil eden biri olarak gören bu kişilerin, kelimeyi tartmadan kullanırsak, nefretini çekmesi doğal. Ama bunlar kıyafete ve oturma şekline takmışlar. Amerikalı'nın koltuğa kamuflaj elbisesi ile yayılmış bir şekilde oturmasını büyük, onur kırıcı, aşağılayıcı bir hakaret olarak alıyor uygar Küpeli ve Belli (şunu kaydedeyim; aynı Amerikalı, Kürt Lider Mesut Barzani için 'benim kişisel kahramanım' nitelemesinde bulundu).. Demek ki bu ikilinin temsil ettiği zihniyetin hayal ettiği toplumsal yapıda insanların, nerede olurlarsa olsunlar, oturuş biçimi hayati bir önem taşır. Bence partiler bundan sonra birer "oturma adabı" yönetmeliği de yayınlamalıdırlar. Bu oturma adabı yönetmeliğinde bilhassa koltuğa yayılarak oturma kesin cezalara tabi tutulmalı (bu şekilde oturanın ülkesinde böylesi kurallara gülünüp geçildiği, alay konusu olduğu elbette önemsenmeyecektir). Eğer söz konusu oturma biçimi politik veya diplomatik bir toplantıda cereyan etmişse, karşı tarafın bu davranışına karşı toplantı derhal kesilmeli, "oturma krizi" diplomatik bir krize dönüştürülmelidir. Karşı tarafın kültüründe oturma kurallara bağlanmamışsa, toplantı öncesi nasıl oturulacağını saptayıcı bir alt komisyon kurulmalı, bu komisyon bir karara varmalı ve sonuç bir belge ile kamuoyuna aksettirilmelidir. Böylece Küpeli, Belli ve güya onlar gibi onurlu düşünen Türkler ve tüm insanlık (her ne ise) utanç verici bir duruma düşmez/ler..

Fakat Küpeli, Kürt feodal geleneğine ve Kürt karekterine dil uzatmakla çok ileri gitmiştir. Kürt feodal gelenekleri'nin bir kısmına modern Kürtler de karşıdırlar (bu Türkler'i ilgilendirmez). Ama terbiye ve misafire saygı bakımından ele alındığında söz konusu gelenekler dünyanın değme saraylarının geleneklerine taş çıkartır. Bu konuda pek çok Batılı yayın var, bulun ve okuyun.. Kürtler'in karekterine gelince.. Biz bu karektere soyu sopu belli olmayan, kimi devşirme, kimi melez bir toplumdan gelen soysuzların dil uzatmasına asla izin vermeyiz (aralarında bulunan temiz Türkler'e ve Türkleşmiş kişilere laf atmak haddimizi aşar).

Yukarıya aldığımız paragrafa baktığımızda Türk Solu'nun, Irak Olayı karşısında en iyimser bir bakışla, Kürtler'den bir devlete sahip ulusların davranışını beklediğini görürüz. Oysa, eğer öyle ise, söz konusu beklentinin yanlışlığı da apaçık ortada. Çünkü Kürtler'in kahır çoğunluğunun ne bela arayacak durumları veya istekleri, ne de sağa sola efelenecek düzenli bir güçleri var. Kürtler sadece, ulusal kişilikleri ile, bağımsız veya federal bir devlet şeklinde tarih sahnesine çıkmaya çalışıyorlar, hepsi bu. Bunda Türk Devleti'nin korkacak bir durumu olmaması gerek.

Öte yandan Türk sağ ve bazı sol yazarları, ağız birliği etmişcesine (bkz Dilipak, Belli vs) "ABD gidecek ama biz yine başbaşa kalacağız" yolunda tehditler savurduklarında ise, sanki Kürtler'in geçmişte bir statüsü varmış da bu statü, Irak Olayı sırasında Kürtler'in sergilediği duruştan dolayı, bölgedeki sömürgeci devletler tarafından gözden geçirilecekmiş gibi bir hava veriyorlar. Ama Kürtler'in, dünkünden, hatta daha henüz hiç bir statü sahibi olmadığı bugünkünden daha kötü bir durumu tasavvur edemeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Katliamın, inkarın, göç ettirmenin, dilini yasaklamanın, yer adlarını değiştirmelerin, kültürel ürünlerini çalmanın, ilkel ekonomilerini bile yıkmanın, ekolojik dengeleri alt üst etmenin başka şekli mi var? Yaşanan hayattan daha kötü bir hayat olabilir mi ki Kürtler'i daha kötüsü ile tehdit ediyorlar? Hayır, bin kere hayır. Belki yine ortada kalabilirler. Ama bu Kürtler'in eline geçen son fırsattır. Kürtler bu fırsatı sonuna kadar kullanacaklardır. Onlar, kendilerini yollarından döndürecek hiç bir manüplasyona beş para vermeyeceklerdir.. (devam edecek)




Gorusunuz