Irak Sorunu, Kürdistan Sorunu-I
Benim inancıma göre Irak Sorunu'nun II. Bush döneminde yeniden gündemin üst sıralarına yerleştirilmesi, daha önceleri Özgür Politika'da yazdığım gibi, ABD'nin bütün dünyaya meydan okuması, ya da İkizler Olayı sonrası başlatılan dünya savaşının devam ettiği şeklinde okunmalıdır. ABD yer yer bu niyetini gizlemek lüzumunu bile hissetmemekte, en ufak bir olayda silah şakırdatmaktan geri durmamaktadır. Savunma bütçesi dünyadaki tüm süper güçlerin savunma bütçelerinin toplamını aşan bir seviyeye çıkan ABD için bu meydan okuma artık yavaş yavaş enerji kaynaklarının kontrolu gibi bir konseti aşıyor ve dünya hakimiyeti için tüm stratejik noktaların tutulması noktasına doğru ilerliyor. Bunu bir ön saptama olarak alıyor ve geçiyorum.
Ama, bir yan etki olarak, şu anda Kürdistan Sorunu ile Irak Sorunu tamamen biribirine bağlanmış durumdadır. Irak Sorunu'nun çözülme (veya çözülmeme) şekli ile Kürdistan Sorunu'nun gireceği mecranın ne olacağı esaslı bir şekilde içiçe geçmiştir. Bu virajda alınacak olan doğru tavır çok önemlidir. Üç buçuk Türk Solu teorisyeninin 'emperyalizmden medet umuyorlar', 'tavırlarında netlik yok' demagojisi geniş ölçüde aşılmıştır. Önemli olan; "doğru tavır nedir" sorusuna en iyi cevabı bulmak ve hiç bir komplekse kapılmadan, hazırlanacak bir "plan-A" veya gerektiğinde "plan-B-C"nin ışığında saptanacak bir yol haritası çerçevesinde kararlı bir yürüyüş tutturmaktır. Şu anda sadece ulusal çıkarları düşünme zamanıdır. Bakın Türk kesimine de örnek alın. Basın ve partiler nasıl da seferberlik ruhuna girdi? Dikkat ediniz bu seferberlik ruhu ile, bir zalimler ordusu hiç bir kuşkuya yer olmayacak şekilde Kürtler'e karşı harekete geçirilmiştir. Bu seferberlikte basını ile, üniversiteleri ile, istihbaratı ve diplomasisi ile Türkiye pür dikkat Kürtler'i izlemekte, bu mazlum halka önderlik eden güçlerin atacağı yanlış adımlardan nasıl yararlanacaklarının hesabını yapmaktadırlar. Hem de NATO üyesi çok güçlü bir devlet makinasının koordinatörlüğünde..
Oysa Kürt Tarafı, düşman güçlerin bildiği zayıflıkları ve bölünmüşlüğü ile, manipulasyonlara açıktır. Bu manipulasyonu elhak en iyi bir şekilde dost yüzü ile veya dost Türk Solu, bilerek veya bilmeyerek üstlenmiş durumdadır. Emperyalizmin izni ile ayakta duran veya bu devletlerin izni ile kurulmuş olan devletleri, yani Türk Devleti'ni ve coğrafyadaki cetvelle çizilmiş Arap Devletleri'ni esas almaları, ama Kürtler'in, eğer imkan bulurlarsa, aynı yola başvurma "haklarını" yasaklamaları, bu yolun yanlış olduğunu zihinlere ekme çabaları ibret vericidir. Türk Solu'na göre Kürtler sadece bölge halkları ile birlikte hareket ettiklerinde temiz bir iş yapmış olurlar. Bu sınırı çizerken bölge halklarının ezici çoğunluğunun kurulu düzenlerin yanında olduğunu gözlerden saklamalarını anlamak lazım. O bölge halkları ki, tabi oldukları yöneticilerinin arkasından giderek, Kürtler'i bin yıllardır katlederler, esir tutarlar, kültürlerini yasaklarlar, onları inkar ve asimile ederler. Bu kafaya göre Kürtler, böylesi devletlerin beyinlerini yönlendirdiği halklar uğruna ellerine geçebilecek bir avuç özgürlük fırsatını tepmelidirler ki temiz sayılsınlar! Yüklenen kelimeler ne olursa olsun, bu tavır böyle okunur. Adamlar buna "ilkeli davranış" adını takmışlar. Kürtler aksine davranırlarsa bu güçler tarafından emperyalizmin uşağı olarak niteleneceklerdir. Bu biliniyor. Burada manipulatörler direkt olarak sol literatürü, soyut bir "halkların kardeşliği" şiarını esas alarak yetişmiş olan Kürt Solu'nu hedef kitle seçmişlerdir. Yani kısacası, şimdiye kadar esaslı bir şekilde oyuna geldiklerine dair fazla delil bulunmamasına rağmen, DEHAP ve KADEK yönetici ve taraftarları hedef kitledir. Bu kesimlerin uyanık davranacaklarını umarım.
Öte yandan kriz açık savaşa dönüşme noktasında iken Kürtler arası iç güven tam sağlanamamış gibi görünüyor. KADEK, haklı olarak, kendisine yönelecek olan Güney'deki Türk müdahalesinden endişeli. Türk Ordusu'nun bölgedeki varlığı sayısal olarak şu anda ağır ve hafif silahlarla donatılmış 22 bin askerden oluşuyor. Stratejik noktaları tutan bu 'minimal' varlık her an yeni takviyelerle 100 bini aşabilir. Bu durum ise Güney Kürtler'i açısından tüm kazanımlarını yok eden bir işgal, Kuzey Kürtler'i için ise yeni ve daha öncekilerle kıyaslanamayacak ağırlıkta bir savaş demektir. Yani krizin yarattığı fırsatı kullanarak toplu imha! KADEK, Yine haklı olarak Güneyli Liderler'in Ankara ziyaretleri esnasında kendilerini bir pazarlık kozu olarak kullandıkları yolunda bazı endişelere sahiptir. Bundan başka Türk Devleti'nin krizin yaratacağı ayrışma sürecinde kendisini daha serbest hissederek Sayın Öcalan'ı fiziki olarak yok edebileceğini, bu arada Maxmur Mülteci Kampı gibi, Kürt Halkı'nın bir şeref noktasını dağıtacağını, hatta belli bir katliama uğratabileceğini hesaplıyor. Bu arada AB ile ilişkilerin rafa kaldırılacağına, demokratikleşme programının duracağına da kesin gözü ile bakıyor.
Güney Partileri ise kendi açılarından haklı olarak, Türk Devleti'nin krizin müsait bir anını kollayacağını, bölgedeki KADEK varlığını bahane ederek kademeli bir işgale kalkışacağını hesaplıyorlar. Ayrıca Türk Devleti'nin pazarlık gücünü kullanarak Güney Kürtleri'nin devre dışı kalmaları için elinden geleni yapacağını, hatta ABD'ye rağmen, tıpkı Kıbrıs'ta olduğu gibi, fiili bir durum yaratabileceğini biliyorlar. ABD'nin de, geçmişteki deneyler gözönüne alındığında, onları orta yerde bırakmak gibi bir yolu seçebileceği de hesaplar arasında. Kerkük Meselesi ise en büyük başağrısı olarak duruyor. Bu konuda Türk Amerikan pazarlığının ne olduğu kitle tarafından bilinmiyor.. Ayrıca KADEK'in her fırsatta bu örgütlere 'ilkel milliyetçi' şeklinde aşağıladığı, aleyhlerine propaganda yürüttüğü bir başka yara olarak orta yerde tedavi bekliyor..
Görüldüğü gibi tüm Kürt Örgütleri'nin kendi açılarından endişeleri var. Bölge güçleri, başta Türk Devleti ve onun ideolojik aygıtlarının başındaki Türkler olmak üzere bu endişeleri derinleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama anladığım kadarıyla Güney Kürtleri, ABD ile yaptıkları sıkı görüşmeler sonucu durumu kendi açılarından epey berraklaştırmış bulunuyorlar. Şu anda tüm problem Türkiye iledir. Türkiye krizin başından beri kuvvetlerini tüm Güney'i işgal etmek amacıyla harekete geçirmek için bilhassa Arap Dünyası'nda vize arıyor. Başbakanları'nın Arap Ülkeleri turu, bir heyetin son günlerde Bağdat'ı ziyareti hep bu vize arayışının su yüzüne vuran kısmıdır. "Güney Kürdistan'ı emanet olarak işgal edip belli bir çözümden sonra yeniden Irak Arap Devleti'ne teslim etme" olarak formüle ettikleri bir işgal olayıdır görüşmelerde sundukları.. Türk Devleti'nin bu hareketliliği, tümüyle Kürtler'i saf dışı bırakmaya yönelik gibi görünüyorsa da, kamuoyunda tartıştırılan konular arasına petrol alacakları ve Musul ile Kerkük'ün statüsünün sokulması, niyetlerinin kalıcı bir işgal olduğu ortada. Arap Ülkeleri'nin ve bilhassa Bağdat'ın bunu göreceğini ummak isterim. Öte yandan AK-Parti lideri, danışmanı Cüneyd Zapsu'yu bazı şeyleri daha da açıklığa kavuşturmak için Washington'a göndermiş durumda. Umarım buna da dikkat edilir.
Şimdi Kürt örgütleri açısından benim gördüğüm kadarıyla durumu anlatayım:
Güney Kürtleri'nin Ankara seferi'nde dile getirdikleri düşünceler doğru yolda olduklarını gösteriyor. Yine göründüğü kadarıyla KADEK ile ilgili Türk Devleti ile bir pazarlık söz konusu değildir. Bu tavırlarında bir sapma olmazsa desteklenmelidir. ABD'nin Türkiye'den istekleri de kendileri tarafından biliyor. ABD, Türk Topraklarını kullanarak 80 bin kara askerini ve 6 bin delta gücü militanını Güney Kürdistan'a sevketmek istiyor. Ayrıca Batman, İncirlik ve Diyarbakır hava üslerini ve bazı limanlarla tren hatlarını kullanma yolunda talepleri var. Savaşın sonunda Bağdat'ta geçici bir yönetimin oluşturulacağı, devletin federal bir temelde yeniden şekilleneceği açıkça Türkiye'ye bildirilmiş durumdadır. Buna rağmen, göründüğü kadarıyla, Türk Devleti'nin bağımsız bir şekilde Güney Kürdistan'da harekat yürütmesine hala yeşil ışık yakmış değil. Türkiye'de şu anda hakim olan endişe bunu açıkça gösteriyor. Özetle Güney Kürtleri'nin öncü partileri şu anda doğru yolda ilerliyorlar. Bu umut vericidir. Dünyadaki tüm Kürtler tarafından desteklenmelidirler.
KADEK'in aldığı tavır ve karara lafzıyla değil, özüyle katılıyorum. Zaten KADEK bu krizde bir veya diğer taraf lehine tavır alacak lükse sahip değildir. Birçok sorumluluğu olan bir hareket açısından işe bulaşmakla kaybedeceği çok şeyler olabilir. TV'de ve gazetede özellikle ABD'ye yüklenip diğer tarafı es geçmeleri, eğer evlerine tam yerleşen Türk Solu'na göz kırpmak amacıyla değilse, yanlıştır. Düşmanca kaleme alınmış yazılar elbette eşit tepki doğuracaktır. Neden durup dururken düşmanlık daha da pekiştirilsin? KADEK'in ABD tarafından 'Teörist Örgütler Listesi'ne alınmasının tamamen politik bir tavır olduğunu bilmek durumundayız. Müdahaleye ve her türlü ani baskına karşı hazırlıklı olmak bu aşamada en uygun duruştur. Blok bileşenlerinin ABD ile düello merakları hiç bir şekilde bu duruşu etkilememelidir..
Gorusunuz