Faşist Şef Erdoğan’ın Rüyası..

Münafık Erdoğan uzun bir hazırlık döneminden sonra kararını verdi ve ordularına “ileri” emrini iletti. Savaş artık bir realite haline gelmiştir. Kürt Halkı kendisi olma kararlılığının bedelini bir kez daha ödüyor ve istilacılara karşı bütün hatları ile direniyor.

Peki Türk Ordusu nereye varmak için haarekete geçirildi, bugün buna bakacağız..

Kalın çizgileri ile Kürdistan’ı tarihten silme, Kürt Milleti’ni katliamdan geçirme ana çizgisi değildir bu yazının konusu. Sağır sultan bile Kürt Düşmanı Arap, Fars ve Türk rejimlerinin Kürtler’i yok etmek için “kırmızı alarm” ilan ettiklerini duydu, biliyor. Şu anda bu amacın hizmetindeki geniş bir alandır hedefleri.. Bu alan uzun zamandır üstünde çalışılan bir plan çerçevesinde uygulanmaktadır. Buna göre Türkler, ortaklarının yardımı ile Güney’in stratejik dağlık alanlarını işgal ve giderek ilhak edecekler.

Şimdi bazı temasları alt alta koyarak ne demek istediğimi ortaya koyayım:

-Gül 23 Mart’ta Bağdat’ı ziyaret etti. Orada Talabani, Nêçîrvan gibi Güneyli Kürt temsilcileri ve yeni Saddam adayı Nuri el Maliki ile diğer mezheplerden unsurlarla görüştü. Ne konuştu?

-Türk Dışişleri Bakanı Davutoğlu Kasım-2010’da Bağdat ve Hewlêr’i ziyaret etti. Daha sonra 16 Ocak’ta Irak’ı bir daha ziyaret etti. Bu ziyarette her halde “anan nasıl?” gibi eften-püften bir sohbette bulunulmadı. Öte yandan Nisan-2011 ve Mayıs-2011’de iki kez daha Bağdat ve Hewlêr’i ziyaret etti. Hiç bir açıklama yok!

-Erdoğan 28 Mart’ta Bağdat’a gitti ve bir kahraman gibi karşılandı. Burada Şiiler’in gururunu okşayacak her şeyi yaptı, Necef’i de ziyaret etti. Aynı Erdoğan ikinci önemli ziyaretini Hewlêr’e gerçekleştirdi. Orada Mesut Barzani ile görüştü. Bu ziyaret çok önemli idi. Hewlêr’den oldukça memnun ayrıldı. Türk’ü ne memnun eder?

-Mesut Barzani’nin anasının vefatı dolayısıyla ve taziye amacıyla iki Türk Bakanı Tekrar Güney’e indi.. Güya Barzani’ye taziye ziyareti gerçekleştirmişlerdi. Bu ne sevgi?

-Önemli sonuç; 20 Ağustos’ta Irak Meclisi, Kürdistan’ın dağlık bölgelerindeki köylerden göç edecek olan ailelere, hane başına 20.000 dolar para vermeyi kararlaştırdı.. Neden?

Görüldüğü gibi düşman hiç ama hiç uyumamış. Bölgesel olarak İran ve Suriye ile de ilişkilerini sağlam tutan Duçe, ABD ve Avrupa’daki emperyal güçleri de ihmal etmedi. Suriye ile ilişkiler ABD’nin dayatması ile kopmasına rağmen daha iyi avantajlar elde edilmişti.

Batı ile ilişkileri AB’ye girişine engel olunduğu için soğuktu, ama yine de yürüyordu. İsrail ve Fransa ile sözde “restleşmesi”, Almanya’ya tarih dersi vermeye kalkması hep ikinci planda kalıyordu. İsrail’in ekonomik, özellikle tarım alanındaki istilası aralıksız sürdürülüyordu. Askeri antlaşmalara dokunulmamış, heronlar alınmıştı. Arap Dünyası ile sürdürdüğü sahtekarca ilişki Libya’nın bombardımanı, Suriye Rejimi’ne karşı ABD dayatmalı olarak gerçekleştirilen soğuma ilginçti. Ama ABD’nin evlatlığı olan “demokrasi”lerden Saudi Krallığı’nın, Ürdün’ün, Kuweit’in ve Bahreyn’in vs koruma altına alınması, eskisinden daha kötü de olsa, bir Arap hamiliği sürecinin devam ettiğini gösteriyordu.

Türk Devleti’nin Batı’ya, özellikle ABD’ye bu kadar kişiliksiz bir yakınlaşma göstermesini gerektiren bazı sebepler vardır. Bunlar:

-“Mart Teskeresi”’nin Türk meclisi tarafından red edilmesinin yarattığı ilişki erozyonu günlerinde yaşanan kabus dolu günlerin bir daha tekrarlanmasını engelleme gayreti. Bilinir, o günlerde bağımsızlığa çok yakın olan bir Kürdistan’ın doğması dahi söz konusu olmuştu (haritaları hatırlayınız).

-Kıbrıs konusunda köşeye sıkışmışlıktan kurtulma ve Grekler’le yaşadıkları gerilim dolu günlerin aleyhlerine bir çözüme doğru gitmesini engelleme çabası..

-İslami rejimin oturtulmaası için özellikle ordularının zapt-u rapt altına alınmasında ABD’nin yardımcı olmasını sağlamak için İslami olmaktan çıkıp münafık olmayı seçme zorunluğunu tereddütsüz yerine getirmesi..

Bu ve diğer bazı sebeplerde ABD’nin isteklerine uymak, Erdoğan Faşizmi’nin yerleşmesi ve Kürdistan’a kaarşı bu en kirli savaşı açmak için gerekli olan adımlardı.

Erdoğan Türk Ordusu’nu da neredeyse tamamen istediği kıvama getirdikten ve sağlam ittifaklar kurduktan sonra Kürtler’e karşı tahriklere başladı. Erdoğan karargahı tarafından yoğun bir psikolojik savaş yürütülmesinden sonun nereye varacağı belliydi. BDP’ye bütün hatları ile yüklenmeye, PKK ve Gerilla’ya hiç bir tahrik olmadan saldırılar yöneltmeye başlamaları, kısa bir süre içerisinde 40’ın üstünde gerillanın hayatını kaybetmesi bardağı taşıran damlaydı.

Konuşan ve yorumlarda bulunan gözlemciler, ister lehte, ister aleyhte olsunlar acayip bir şekilde kalıpçı cümleler kuruyor, her iki tarafı da sükunete davet ediyor, Türk devlet yetkililerinin Irak’a yaptığı yoğun ziyaretleri görmezden geliyorlardı. Yani düşman saldırı için zemin ve psikolojik ortam hazırlarken, gözlemciler hala “akil adam” pozlarında tavsiye üstüne tavsiye geliştiriyorlardı. Ama kazın ayağı öyle miydi? Türk Devleti, Kürt Tarafı istese de istemese de savaşı başlatmayacak mıydı? Buna biraz daha yakından bakalım ve tahrikleri görelim:

-Dersim’de Türk Ordusu tarafından gerçekleştirilen gazlı saldırı; PKK’ye mensup olmasalar bile yedi bayan gerilla can verdi.

-Dahası Hakkari’den Dersim’e kadar olan geniş bir alanda geliştirilen Türk saldırıları..

-İran’ın PJAK’a karşı açtığı savaş ve yaşanan yoğun lokal muharebeler..

-Bunun dışında geliştirilen psikolojik saldırılar..

En nihayet Gerilla’nın geliştirdiği iki büyük baskından sonra kitle desteğinin zirve yaptığını gören Erdoğan tarihteki en kapsamlı Kürt-Türk Savaşı’nı başlattı.

Bu savaşta, bence, hedef deklere edilmiştir. Irak Merkezi Hükümeti’nin büyük katkısı ile dağlık bölgelerdeki ve vadilerdeki köylerin boşaltılmasının teşviklerle başlatılması ilk dikkat etmeniz gereken işarettir. Bu köylerin bir kemer halinde boşaltılması dikkat etmeniz gereken ikinci işarettir. Türk Hava Kuvvetleri’nin bütün güçleri ile bu alanları bombalaması bir diğer işarettir. Güney Yönetimi’nin neredeyse suskunluğa bürünmesi en dikkat çekici husustur.

Yukarıdan beri ortaya koyduğum gerçekler, Türkler’in, Ecevit’ten beri rüyasını gördükleri “Güvenlik Kuşağı” konseptini hayata geçirmek için harekete geçtiklerini işaret eder. Yani ortada geçici bir durum yoktur. Güney Yönetimi’ne hangi yalan dolu vaadde bulunulduğunu, hatta buna Obama’nın da çanak tuttuğunu kestirmek mümkündür.

Kısacası:

-Türk Devleti bir yıl boyunca sürdürdüğü çalışma sonucu tüm tarafları (tehdit veya “dostça”) ikna ederek güvenlik kuşağı için harekete geçmiş bulunuyor.

-Türk Devleti, Güney Yönetimi’ni “biz PKK’yi kısa bir süre içerisinde etkisiz hale getirecek ve geri çekileceğiz” vaadi ile şevke getirdiklerine dair kuvvetli kuşkularım vardır.

-Ayrıca Güney Yönetimi üstünde uygulanması kuvvetli bir ihtimal olan Amerikan baskısını.da unutmayalım.

-Güney’in, Türk Devleti’ne ekonomik açıdan çok güçlü bağlarla bağlı olduğunu biliyoruz. Bu vesile ile şantaj veya ambargo tehdidi düşünülebilir.. Tabii ki bizim Güney ile bağlarımız kalmadığı için net belirlemelerde bulunamıyoruz. Ama tehlikeyi kestirmek mümkündür. Bu ise Güney Yönetimi için oldukça zorlu bir imtihandır. Fakat şu andaki durum itibarı ile iş işten geçmek üzeredir. GÜNEY İLE TÜRK DEVLETİ ARASINDA KUZEY’İ TASFİYE ETMEYE MATUF BİR ANTLAŞMA GÜNEY İÇİN DE İNTİHAR ANLAMINA GELİR. Türk Devleti eninde sonunda Güney’i de yutacaktır. Ne diyor Türk siyasileri: “Çıbanın başı Kuzey Irak’tadır”..

2011-08-23

A Sirac Kekuyon