Dersim’i anlamak

Ben bu yazımda da, her zaman olduğu gibi, hiç bir şekilde politik davranmayacak, sadece gerçeklere bağlı kalacağım.

Dersim Olayı, öyle akÅŸamları kurulan içki sofrasında öfkelenip üstüne yazı yazılacak bir olay deÄŸildir. Kökleri çok derinlerdedir bu olayın.. Dersim’i anlamak için derin bir tarih bilgisi ve giderek bir tarih bilincine sahip olmak gerekir. Bu ise her babayiÄŸidin kârı deÄŸil. Ortaya bu kez Dersim için çıkan ve onu “kara yara” olarak niteleyen AK, gargara cümlelerle, tıpkı Çolig’e yaptığı gibi, Dersim’i de karalayamaz. Buna da müsaade etmeyeceÄŸiz. Ama bilim yolunu terketmeden.

Bunun için önce tarihi gelişimi içinde olayı incelemek için işe biraz tarihe bakarak başlayacağım:

Kürdistan Tarihi’ni, Kürdistan Toprakları’nın çığlığını masaya yatırırken, Claudius Ptolemaeus’un kaydına göre ilk adlarından biri Derzene olan Dêrsîm’i gözardı eden bir yazar çok ÅŸeyi kaçırmış, halkayı kopuk bırakmış demektir. Önemli olmasına raÄŸmen, bu, Dêrsîm’in “Alavî” olmasından falan ileri gelmez. Çünkü Dêrsîm, taşıdığı dinsel kimlik itibarı ile ne olursa olsun, mitolojik ve kültürel açıdan çok önemli bir baÄŸlantı noktasındadır. Bir yanı itibarı ile Girê Navokê-Kotaberçem silsilesi ile baÄŸlantılı iken diÄŸer yanı ile Kars ve Kafkasya’nın Kürdistan’ın kalbi olan yörelerle iliÅŸkisini saÄŸlayan bir merkezdir. Ayrıca Erzincan’dan Gümüşhane’ye ve giderek Åžebinkarahisar ile Halys kavsine ulaÅŸan bir hinterlanda sahiptir.

Benim “Toprağın çığlığı” adlı kitabımda kaydettiÄŸim gibi; Dersim’in deÄŸiÅŸmez bir ÅŸekilde Paleolithic ÇaÄŸ’dan beri mukim olduÄŸu, burada Obsidien ve çakmak taşı devirlerinden kalma, zamanımızdan en aÅŸağı 20.000 yıl öncesine ait el baltaları ve diÄŸer artifaktlar bulunuduÄŸu kayıt altındadır. Aynı zaman diliminde çanak parçalarının bulunması ise tam bir sürprizdir! (Xarpêt-Pertek arası-Kerra Sîya’da ). Takip ettiÄŸim kesintisiz zincirle, Türkler’in daha henüz esamesinin okunmadığı Neolithic ÇaÄŸ’da, Dersim’de dünya uygarlığına katkı sunan, onu ilerleten eserler gün yüzüne çıkarılmıştır. Çok kısa geçiyorum; Mazgirt’te bir site Köylüler’in yaptığı kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır. Site’de pek çok çömlek ele geçmiÅŸtir (kaybolanlar hariç). Hatta sürpriz bir ÅŸekilde burada demir çağına ait kırık madeni eÅŸya parçaları da bulunmuÅŸtur. Ayrıca Wallon’un, ÇemiÅŸgezek’te ortaya çıkardığı bir site’de (Kalaycıktepe) yapı tabanları ortaya çıkarılmıştır.

Dersim’de (ÇemiÅŸ’te) ortaya çıkarılan Bronz Çağı’na ait küçük havan ve taslar gün yüzüne çıkarılmıştır. Yapı tekniÄŸi ise tüm Kürdistan’daki Neolithic ÇaÄŸ yapıları ile aynıdır (yani; tabanı taÅŸ, üstü kerpiç).. Dersim bu kadar ileri bir uygarlığı sergilerken yeryüzünde Türkler’e çekirdek olacak bir tribu bile yoktu.

Din’e gelince, Dersim’de ana tanrıça tapıcılığının izleri her zaman vardı. Hala güçlü Dersim Kadın kavramı, bu ana tanrıça tapıcılığının kalıntısıdır. Biz; Zagros-Toros kavsi genelinde ve Dersim özelinde Semah’ın izini sürdük. Çünkü semahın zamanımızdan 8000 yıl önce Halaf’ta çömleklere iÅŸlendiÄŸini gördük..

Bunun gibi pek çok baÄŸlantıyı ortaya koyabilir, Dersimli’nin 800 bin yıldır hep orada bulunduÄŸunu, hiç bir yerden gelmediÄŸini rahatlıkla gösterebilir ve söyleyebiliriz..

Dersimli geçmiÅŸini hiç terketmedi, hiç bir devirde Ä°slamı seçmedi. Ä°ÅŸte Dersimli’nin dramı burada baÅŸlar. Çolig Zazası da aynı yoldaydı. Yüz yıl öncesine kadar Zazalar’ın büyük bir kısmı namaz kılmıyor, Ä°slam’ın dini ögelerini tanımıyordu. Ocak hem Çolig Zazası için, hem de Dersim Zazası için çok önemlidir. Yeminleri “Ew Ruec, Eya AÅŸm” (güneÅŸ ve ay) idi. Homa, Zaza’da Mithra’nın yerini almıştı.Mithraizm, tüm Avrupayı saracak kadar geniÅŸlemiÅŸ bir dindi. Bizans kralı Julian, kendisini inanmış bir Mithraist olarak kayda geçirmiÅŸti. Pontus Kürt Devleti’nin de resmi dini Mithraizm olmuÅŸtu. Ä°slam’ın Kürdistan’a zora dayalı olarak egemen olması sürecinde Dêrsîm ve ilintili olduÄŸu Atharpatakan halkı (Araplar bu bölgemize “Azerbaycan demiÅŸlerdi) çok büyük eziyetler çekmiÅŸti. Bölgesel baÅŸkent Ardavil (Erdebil) olaÄŸanüstü direniÅŸ göstermesine raÄŸmen Persler’in ihaneti yüzünden yenilmiÅŸ, büyük haraçlar ödeyerek geleneklerini ve dinlerini sürdürmek zorunda kalmışlardı. Arap-Ä°slam Halifeleri, egemenlik altına aldıkları diÄŸer dinlere, ZerdüştiliÄŸe, YahudiliÄŸe ve MesihiliÄŸe mensup insanları Ä°slamlardan ayırdetmek özel bir renkte elbiseler giymek zorunda bırakmışlardı (Baladhuri ve Mesudi). Zerdüşti Kürtler kırmızı giymek zorunda idiler. Bunların gelirlerinin yetersiz kaldığı zamanlar en aÅŸağısından baÅŸlıklarını kırmızı bir kumaÅŸtan örüyorlardı. Ä°ÅŸte bundan dolayı onlara KızılbaÅŸ deniliyordu. Sonradan çıkan saptırılmış delillere kulak asmayınız. Ä°ÅŸin kökü budur.. Zerdüştiler varlıklarını sürdürmek için dayanılmaz vergiler ödemek, suç iÅŸlediklerinde Mesihi ve Yahudiler’den bile iki misli ceza ödemek zorunda oldukları için Zamanla “Ä°slami” bir boya kullanmaya, Alavilik’lerini “Alevilik” gibi “Ehlibeyt” taraftarlığı altında gizlemeye baÅŸladılar. Zamanla buna alıştılar da..

Son Kürt Kalesi olan ve ZerdüştiliÄŸi deÄŸiÅŸtirerek sürdüren Alamut Kalesi, Ä°slam olmayan bir kavim, MoÄŸollar tarafından düşürüldükten sonra ulaşılamaz yurtları olan tarihi Dersim’e çekildiler. Burada uzun süre bağımsız yaÅŸadılar. Ama Orijinal Avestik dillerini hiç unutmadan sürdürdüler hayatlarını.

Kürtler’in en büyük hataları olan feodalizmi aÅŸamama, Ä°slam’ın OrtadoÄŸu’ya hakimiyeti’nden sonra onların ulusal bir vücut olarak ortaya çıkmalarını engellemiÅŸti. Bu Türk-OÄŸuz yayılması sırasında tepe yapacaktı. OÄŸuzlar’ın Uç BeyliÄŸi olan Osmanlı Devleti’nin büyümesi sırasında bölünmüş Kürt Beylikleri’nden istifade edilmesi ile kader belirlenmiÅŸti. Bilhassa Batılı Kaynaklar’a “Zalim Selim” olarak geçen Yavuz döneminde bunu açıkça görürüz. Bu Osmanlı PadiÅŸahı, Kürt Ä°dris-i Bidlisi’yi de kullanarak, kardeÅŸleri olan Alaviler’den onbinlerce insanı öldürmüştü. Din kullanılarak Kürd’ün Kürd’ü düşmana teslim ettiÄŸi, yokedilmesine yol açtığı en büyük kırımdır bu.. Ä°dris, ayrıca Kürtler’in ikiye bölünmelerini saÄŸlayan ilk büyük haindir. Osmanlılar ile Farslar arasındaki bu bölünmeden sonra Kürtler bir daha kendilerine gelemediler. Ama en büyük, en öldürücü darbeyi yiyenler Alavi Kürtler olacaktı. Hiç kuÅŸkusuz Åžerefxan Bidlisi de Dersimlileri aÅŸağılayan nefret dolu cümlelerle anmıştır.. Bunları bilmek zorundayız ki, derdimizi daha iyi anlayalım..

KızılbaÅŸ veya Alavi Kürtler bu darbeden sonra bir daha kendilerine gelemediler. I. Dünya Savaşı sonrasında oluÅŸan mütareke yıllarında Alişêr öncülüğünde Batı Dersim’de (Koçgiri) meydana gelen ayaklanma, Dersim mebus bozuntuları sayesinde akamete uÄŸratılınca Yöreden bir daha ses seda çıkmadı. Diyap AÄŸa gibileri de kullanan Mustafa Kemal, düze çıkmaya baÅŸlayınca Kürdistan’ı alt üst edecek planını uygulamaya baÅŸladı. Ä°lk önce Sun’i-Åžafii Kürtler’i halletmeye baÅŸladı. Çok ustaca davranan Mustafa Kemal ve çömezi Kürt “paÅŸa” Ä°smet, bilhassa Alavi-Ä°slam ayırımını ustaca kullanarak, bazan birini, bazan da ötekini yanına çekerek birliklerini sabote edebilmiÅŸlerdi. Buna bazı tarihi hataları da eklersek, ortaya çıkan manzarayı daha iyi anlarız.

Kemal-Ä°smet ikilisi, Çolig, Zilan-Agirî ve Dersim’de en büyük katliamları gerçekleÅŸtirmiÅŸti. En büyük kinlerini Dersim’e kusacaklardı. Bunun sebebi, Yavuz döneminden beri Türkler’e kapalı pozisyonlarını korumalarıdır. Dersimli kendisi üretiyor ve kendi kendine yetiyordu. Birlikte yaÅŸadıkları Ermeniler’in de katkısı ile ayakta kalabilen bir ekonomi kurabilmiÅŸlerdi. Åžalları, beyaz iç çamaşırları, yerli boyalı bayan elbiseleri, çanak çömlekleri ve Ermeniler’in ürettikleri bıçak, balta ve benzeri aletleri ile hiç kimseye muhtaç kalmadan yaÅŸayıp gidiyorlardı. Hiç kimseye güvenmediklerinden dolayı “sır” onların en büyük silahları idi.

Ama olmadı. Kürdistan çöktürülmüş sıra Dersimli’ye gelmiÅŸti. Türk kurmayları daha kolay baÅŸa çıkmak için Dersim’i ikiye böldüler. Öncelikle Seyyid Riza’ya saldırdılar, yenemediler. Barışçı çözüm vaadi ile kandırıp yanlarına çektiler ve derdest edip astılar. Vücudunu dahi yaktılar! Ertesi yıl kendileri ile iÅŸbirliÄŸi yapan diÄŸer bölümü güllelere, süngülere kurban ettiler. Türk Devleti dünyada ilk kez olmak üzere bölgeye mahsus “Dersim Kanunu” diye bir kanun, “mecburi iskan kanunu” vs gibi jenosid kanunları çıkardı. Tüm Dersimliler’i kara vagonlara tıkıp zorla Batıya sürdüler. Onları azınlıkta kalmaları kaydı ile Türk köylerine serpiÅŸtirdiler. Çocuklarını sıkı bir Kemalist eÄŸitime tabi tuttular. Bu eÄŸitimi ailelere bile ÅŸamil kıldılar. Onları o hale getirdiler ki, Kemalizm’i Dersimli’nin tek kurtuluÅŸu olarak kabul etmiÅŸlerdi. Laisizm’i, Ä°slam egemenliÄŸinin sonu olarak ilan ettiler. Böylece Dersimli’yi Türklük’te kendisi için bir liman bulmuÅŸ gibi hazırladılar. Artık Ä°slamlar’ın kendilerini ezemeyeceÄŸi bir ideoloji var deniliyordu. Bu Kemalizm’di. Bundan dolayı Dersimliler Sürgünde iken Ali, Hasan, Hüseyin, Abbas gibi isimlerin yanına Kemal ve Ä°smetler’i de eklemiÅŸlerdi.

Ä°ÅŸte bu duygu karmaÅŸası ve kimlik bunalımı eÅŸliÄŸinde Dersimli hep aÅŸağılandı.. Uyduruk Tarih sayfalarında Dersimli “Horasan’dan gelen Türkler” olarak takdim edildiler. Oysa Horasan’ın da bir Kürt yurdu, asıl adının da Parthia olduÄŸunu bu soÄŸan beyinli Türk Tarih yazıcıları bilmezler. Türk’ün Horasan’a misafir olması bile 1040’tan önce deÄŸildir! Hatta Ortaasya’ya gelmeleri bile 900’lü yıllara rastlar.. Bunu her platformda ispata hazırım.. Ama Dersimli maalesef tarihini, hatta adını bile okuma-yazma fırsatı bulamadan XX. Yüzyıla varmıştır. Bütün bir geçmiÅŸ kapkara bir sis perdesinin ardında saklanmıştı.

1947’de dönüş yoluna girildiÄŸinde, Türk Devleti pek çok hedefine varmıştı. Dêrsîmli artık biribirinden kesin bir ÅŸekilde ayrışmış iki jenerasyon ve bunun ürünü olan iki kültür halinde bölünmüştü. Birinci jenerasyon orijinal kültürünü muhafaza etmesine raÄŸmen aÄŸzını açamıyor, korku içinde ve kuytuluk yerlerde, bilhassa dini kültürünü icra ederken, ikinci jenerasyon asimilasyonun olanca etkisini hissederek, dedelerini, pirlerini gericilikle suçluyorlardı. Dinlerini küçümsüyor, Kemalist eÄŸitimin empoze ettiÄŸi gerici, saptırıcı, kimlik bunalımına sürükleyici ne idüğü belirsiz, soysuz bazı betimlemeleri mutlaklaÅŸtırıyorlardı. Oysa aynı jenerasyon Türkler tarafından aÅŸağılanıyordu (mum söndü martavalı). Bu hengamede 1960 darbesi yaÅŸandı ve ucundan ucundan soyut bir sosyalist kavramlar kargaÅŸası ile tanışıldı. Bu sürecin sonunda ise ayağı yere basmayan ve Türk Solu tarafından enjekte edilen bir sol düşünce geliÅŸti. Çin-Sovyet kavgası, Mao-Enver Hoca, Mao-Kim Ä°l Sung kavgası, modern revizyonizm-Devrimci Çayan çizgisi kavgası aynen Dêrsîm’e de taşındı, ülkenin özel ÅŸartları hep gözardı edildi. Gençler bölündüler, biribirlerini öldürecek kadar düşman kesildiler. Sonunda bir tek TKP-ML geleneÄŸinden daÄŸa çıkan insanlar arasında yer alan 19 parti sekreteri Türk Ordusu ile çatışmalarda can verdi. Ulusal talepleri dile getirmek, Rusya’daki kavgaların bir odağı olan BUNDculuk sayıldı.. Her ÅŸey soyuttu. Her kelime kötü bir kopya idi. Dêrsîm’in geleneksel yapıları bir sığınak arar duruma gelmiÅŸlerdi. CHP bunun için biçilmiÅŸ kaftandı (!).

1980 Cuntası’nın geliÅŸtirdiÄŸi mezalim bile bu karmaÅŸanın bir tarafa bırakılmasını saÄŸlayamadı. Çünkü yabancılaÅŸma ruhlara iÅŸlemiÅŸti. Geri dönüş için çırpınışların baÅŸladığı viraj olan 1984 PKK direniÅŸi epey yol alacaktı. Buna Deniz Baykal’ın anti-alavi, anti-Kürt politikası da hizmet etmiÅŸti. Alavi ve Kürtler bu partiden tasfiye edildikçe PKK’ye yöneliÅŸ hızlandı, ama vakit kısa idi ve ulusal yöneliÅŸin içi doldurulamamıştı. Bunda eski Sun’i-Alavi karşıtlığının yarattığı çekingenlik de rol oynadı. SavaÅŸ derinleÅŸtikçe Dêrsîmli’nin fedakar ve kahraman yönü daha bir belirginleÅŸti.

Öte yandan Dêrsîmli, bütün dayatmalara raÄŸmen, Pertek ve ÇemiÅŸgezek’te beylikler döneminde asimile olmuÅŸ bazı köyler hariç, asla koruculuÄŸu kabul etmemiÅŸlerdir. Diyebiliriz ki koruculuÄŸa karşı direnen tek Kürt Bölgesi Dêrsîm’dir. Bunu bilen Türk Devleti 2008’de bölgeye 1400 korucu kadrosu tahsis etti ve halkı gönderilen bu silahları almaya zorladı. Ama nafile oldu. Malum yerlerde alınan 400 silah dışında herhangi bir koruculaÅŸma olayı rapor edilmedi. Bu çok önemlidir ve bu yönü ile bile Dêrsîm’in ne kadar övünmeye deÄŸer bir duruÅŸ sergilediÄŸini gösterir.

Son seçim ise çok önemli bazı saptamaları, bazı tezleri geliÅŸtirmemizi gerektiriyor. Bu bilimsel olarak yapılmalıdır. Özellikle KılıçdaroÄŸlu gibi soyundan ve dininden utanan bir adamın her ÅŸeye raÄŸmen kitleler tarafından kabul görmesi iyi irdelenmelidir. Evet, CHP’nin bunca savaÅŸ, kahramanlık ve kandan sonra yeniden Dêrsîm’den oy alması bir yönü ile şöyle izah edilebilir; halkın KılıçdaroÄŸlu’nu tam anlamı ile deÄŸerlendirememesi, onun Türk Devlet adamlığına soyunan bir devÅŸirme olduÄŸuna inanmaması..

Düşünün yılların aÅŸağılanmış Dêrsîm’indensiniz.. Birden, yakınınızdaki bir köyde doÄŸmuÅŸ olan bir “Kemal”in yıldızı parlıyor ve Türk Devleti’ni kuran CHP’nin başına getiriliyor.. Bu adamın baÅŸbakan olma ihtimali de var! CHP’li bu yeni Kemal “makus talihleri”ni deÄŸiÅŸtiremez miydi? Belki...

Öte yandan Türk Devleti bütün gücüyle, bu yöreye has olmak üzere, Kılıçdaroğlu lehine harekete geçmişti. Hatta AKP bile bu adama çalışıyordu. Karakollar, devlet erkanı, devletin kesesi bile bu adam lehine açılmıştı. Bir Dêrsîmli.. Bizden biri! Başbakan mı oluyordu ne? Alavilik gereken saygıyı görecek mi? Bê-so dili değer kazanacak mı? Hayali bile cihana değer derler ya tam da öylesi.. Bütün bu hır gür arasında yörenin kahramanları unutuldu.. Dağ taş Kemal oldu.. Dêrsîmli bu şaşkınlık içinde sandık başına gitti ve oyunu EN BÜYÜK DÜŞMANI LEHİNE KULLANDI! Olan budur.

Åžimdi halkı suçlayacak yerde yeniden toparlanma zamanı.. Biz Dêrsîm’e takılmışken unutuyoruz, Antep’de, Semsûr’da, Rıha’da, Çolig’de, Bedlis’te ve Ardahan’da da hedefe varamadık.. Rıha’da 12’de 2 kabul edilebilir mi? Antep’te sıfır almak neyin nesi ola ki? Çolig’de AKP’yi alt etmedikçe, oradan kovmadıkça rahat uyuyabilir miyiz? Neden Ardahan’da Atalay ailesi zafer kazansın da ulusalcılar üzülsün? Kars’ta daha derin zaferler bizi bekliyor olmalı.. Unutmayınız; seçimler bir nevi referandumdur, Türk meclisi ise sadece bir platform.. Bunların mücadeledeki yeri ve önemi iyi kavranmalıdır.

Kazanmak için bu zayıf yerlerde nedenleri niçinleri yerinde sormalı iyi araştırmalar yapmalıyız derim. Hiç kimsenin halkı azarlama yetkisi ve hakkı yoktur. Çalışacaksak, fikir üreteceksek kollektivizmin gereğini yapmalıyız. Bunun en kesirme yolu ise bilimsel komisyonlar kurup konuyu enine boyuna araştırmak, çalışmaları rapora dökmek ve tartışarak sonuçlar çıkarmaktır. Sonuçta bir yol haritası ortaya çıkacaktır. Herkes buna göre davranır. Hepsi bu!

2011-06-19

A Sirac Kekuyon